İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:26 Güneş06:02 Öğle13:07 İkindi16:55 Akşam20:01 Yatsı21:31
Hava - Hava durumuParçalı Bulutlu 18°C Nem %84
Türkçe
17 Şevval 1445 25 Nisan 2024 Perşembe
17 Şevval 1445
Yatsı
21:31
İmsak
04:26
Güneş
06:02
İşrak
06:42
Öğle
13:07
İkindi
16:55
Akşam
20:01
Giriş Yap

Son Peygamber, Uyarıcı ve Müjdeleyici

22.09.2023    |

Son Peygamber Muhammed-i Mustafa (SAS)’in dünyayı teşrifleri, ilk İlahi emri alışı, İlahi daveti ailesine ve yakın çevresine yayma gayretlerini aktardığımız ilk iki bölümün ardından İlahi davetin Mekke’de açıktan yayılma dönemiyle devam ediyoruz.

3. Bölüm

Kendini Tanıtma

Milleti, Muhammed’i (SAS) “içlerinden biri” olarak iyi tanırlardı. Onu güvenilir anlamında “Emin” diye anarlardı. Ondan her çeşit iyiliği umarlardı. Ancak putlarına karşı savaş açacağını, kendilerini tevhid’e (Allah’ın birliği inancına) çağıracağını hiç beklemezlerdi. Şaşkınlıkları bu yüzdendi. Onun Allah’ın elçisi olacağını düşünmemişlerdi. Fakat O’nun peygamberliği apaçık bir gerçekti.

Allah’ın emriyle Muhammed (SAS) kendisini şöyle takdim etti: “(Resûlüm!) De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız bana vahyediliyor ki: Sizin ilâhınız, ancak bir tek ilâhtır. Bu sebeple (hepiniz iman ve itaatle) O’na dosdoğru yönelin ve O’ndan mağfiret dileyin. Vay ‘Allah’a ortak koşan (Allah yerine başka varlıklara bağlanan)ların’ haline!” (Fussilet 41/6)

Yenilenmek için tevbe gerekti. Tevbe, geçmiş hataları itiraf etmek. O hatalara tekrar dönmemek. Tevbe, temizlenmek, arınmak. Tevbe, “iman”dan gelir. İmansız; inanmaksızın tevbe kabul edilmez. Yıllarca sorgulamadan devam ettikleri yolu terk etmek pek güç gelecekti. Bu güçlük onları, karşı bir teklifte bulunmaya sevk etti.

Peygamber’den (SAS) putlara tapmasını istediler. Vahiy geldi. Müşriklere şöyle cevap vermesi emredildi: “(Resûlüm!) De ki: “Rabbimden bana açık deliller gelmekle, sizin Allah’tan başkasına yalvarıp taptıklarınıza kulluk etmem bana kesinlikle yasak edildi. Hem de ben, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emredildim.” (Mümin, 40/66)

“De ki: “Ben, dini yalnız Allah’a halis kılarak (ihlasla) O’na kulluk etmemle emredildim.”(Zumer, 39/11) “(Resûlüm!) De ki: “Bana ancak Allah’a kulluk etmem ve O’na asla ortak koşmamam emredildi. Sizi, ancak O’na çağırıyorum. Dönüş(ümüz) de ancak O’nadır.” (Ra’d, 13/36)

Muhammed (SAS) kendi yükümlülüklerini sıralamaya şöyle devam etti: “Bana ancak, kendisini saygıdeğer kıldığı bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmem ve Kur’an’ı (tebliğ için) okumam emredildi. Her şey O’nundur. Ve benim Müslümanlardan olmam emredildi. Artık kim doğru yolu bulursa, ancak kendi (fayda)sı için o yolu bulmuş olur. Kim de saparsa ben, ancak (kötülükten ve kötü sonuçtan) uyaranlardanım.” (Neml, 27/91-92)

Uyaranlardan biri olmak, birtakım olağanüstü şeyleri yapabilmek, dilediği gibi tutum sergilemek değildi. Fakat milleti öyle zannediyordu. O bu yanlış anlamayı da şöylece düzeltti: “Ben, Allah’ın dilemesi dışında kendime ne bir fayda ne de bir zarar verme (gücüne) sahibim. Eğer ben gaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben, ancak inanan bir kavme, bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’raf, 7/188)

“Doğrusu, size ne bir zarar ne de bir fayda vermeye kâdir bulunuyorum. Doğrusu ben (saparsam) beni de Allah’(ın azabın)dan hiç kimse koruyamaz ve O’ndan başka, bir sığınılacak da asla bulamam.” (Cin, 72/21-22)

Muhammed (SAS) Allah’ın son elçisiydi. O, Allah’ın azabıyla korkutur, rahmetiyle müjdelerdi. Bu onun için görevdi. O, kimseye zarar veremezdi. Bu yüzden ondan korkmak yersizdi. Ancak ona inanmayan hidayete eremezdi. Onu dinlemek ve izlemek gerekti. O da öyle dedi:

“Şüphesiz ben size, O’nun tarafından (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin ki sizi belirlenmiş bir vakte kadar güzel bir geçimle faydalandırsın ve her erdemli/iyi hareket sahibine de (lâyık olduğu) ihsanını/mükâfatını versin. Eğer (imandan) yüz çevirirseniz, elbette ben, sizin için büyük günün azabından korkarım.” (Hud 11/2-3)

Bunlar bir anlamda Müslüman olmak isteyen kişinin yapacağı işlerdi. Müslüman bunları zaten işlerdi. Acele etmek, işte burada gerekti. Gecikmek zarardı. Allah emretti: “De ki: “O halde (Allah’a ortak koşmaktan) Allah’a kaçın (O’na sığının, O’na itaate koşun). Çünkü ben O’n(un tarafın)dan (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.” (Zâriyât 51/50)

Allah’a koşmak, ne mübarek yarıştı... Muhammed (SAS) ile barıştı. Allah’ın affına ve Cennetine varıştı. Mü’minler bu varışa doğru yarıştı (Bakara, 2/148). İmandan nasibini alamayanlar Allah için değil dünya için yarıştı, mâsivaya (dünya sevgisine) karıştı. Muhammed (SAS) tevhidi hedef haline getirdi. “Lâilâhe illâllah, Muhammedur Resûlullah”: “Allah’tan (CC) başka ilah yoktur, Muhammed (SAS) O’nun elçisidir” dedi, dedirtti. Başkaca bir şey telkin etmedi; başka bir fikir aşılamadı. Bu telkine ücret de istemedi. “Bun(ları tebliğ)e karşı ben, sizden bir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden (uydurma bir şey) teklif edenlerden de değilim” (Sâd 38/86) “Şüphesiz ben, Rabbimin beni doğru yola, dosdoğru bir din olan İbrahim’in Hanîf (tevhid) Dîni’ne ilettiği (bir kimse)yim. O müşriklerden değildi.”(En’âm 6/161) İbrahim’in dini, hak dindi. Bu dinin özlemini çeken ve inancının gerektiği şekilde duyuranlara “Hanîf” denirdi. Hanifler Muhammed’in (SAS) gelişini beklemekteydi.

Muhammed (SAS) kendisini tanıtmaya şöyle devam etti; bir yandan da hanifliği tarif etti:

“Benim namazım, (hac, umre, diğer) ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum. Ben (bu ümmette) Müslümanların ilkiyim.” (En’âm 6/162-163) O, hanifti, tevhid ehliydi, Allah’ın birliğine inananlardandı. Hakka dönüktü.

“İşte benim yolum budur (Allah’ın dinine davettir). Ben, basîretle (bilerek, inanarak ve açık bir delil ile) Allah’a davet ederim ve bana uyanlar da (öyledir). Allah’ı tenzih eder (O’nu her türlü noksanlıklardan uzak tutar)ım. Ben (Allah’a) ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf 12/108)

Muhammed (SAS) Allah’a eş koşmadı. Puta tapmadı. Ona uyanlar da Allah’a eş koşamazdı, putlara heykellere saygı sunamazdı... Kula kulluk, puta kulluk sapkınlıktı... Muhammed (SAS) bu gibi sapkınlıkları temelinden yıktı. Kendisine yapılan putlara kulluk tekliflerine bir kez daha karşı çıktı:

“O (Allah), her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir rab mı arayayım? (En’âm 6/164) Allah’tan (CC) başka rab aramak gereksizdi. Mü’min bunu sezdi. Kafir bu sezgiden nasipsizdi...

Muhammed’in (SAS) görevi sadece, Allah’tan (CC) aldığını tebliğdi. O’na bir defasında, şöyle demesi emredildi: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. (Ben kendiliğimden) gaybı da bilmem. Size, ‘ben meleğim’ de demiyorum. Ben, bana vahyedilen (Kur’an’)dan başkasına uymam.” (Yine) de ki: “Körle, gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz” (En’âm 6/50)

“Onlar (melekler kendi aralarında Âdem’in hakkında) tartışırlarken benim, mele-i a’lâ (o yüksek melekler topluluğu) ile ilgili hiçbir bilgim yoktu. Ancak apaçık bir uyarıcı olmam için (bu bilgi) bana vahyediliyor.” (Sad, 38/69-70)

Hz. Muhammed’in (SAS) Allah’ın birliğine davetinin bu başlangıç döneminde inen ayetler, O’na yol göstermekte, usul öğretmekteydi. Günlük hayatını davetin gereklerine göre düzenlemekteydi. Bu ayetlerden birinin anlamı şöyleydi:

“Ey örtünüp bürünen! (Resûlüm!) Gece (ya) biraz (uyumanın) dışında kalk (ibadet et); (ya da) yarısında (kalk), ister o (yarısı)ndan biraz eksilt, ister onu (biraz) artır. Kur’an’ı da tertîl ile (tane tane) oku. Doğrusu biz senin üzerine (sorumluluğu) ağır bir söz (olan Kur’an’ı) vahyedip bırakacağız. Gerçekten gece (ibadete) kalkış, (kendini vermen için) daha uygun ve okuyuş bakımından da daha etkilidir. Çünkü gündüzde, senin uzun meşguliyetin vardır.” (Müzzemmil 73/1-7)

Gündüz yorulan, gece Kur’ân okuyarak kendini dinlendirecek, yenileyecekti. Çünkü dâvetin ana kitabını okumak güç ve kuvvet kaynağı idi. Şu ayet de taktik vermekteydi: “(Gece gündüz) Rabbinin ismini an ve (ibadet için) her şeyden (mâsivâdan/dünya sevgisinden) kesilerek O’na dön. (O,) doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O’nu vekil tut (O’na bağlan ve yalnız O’na kulluk et). O (puta tapa)nların söylediklerine karşı dayan (metânetli ol). Onlardan güzel bir ayrılışla ayrıl.” (Müzemmil 73/8-10)

Bu da daima göz önünde bulundurulacak taktik veren ayetlerden biriydi:

“O halde sen (Resûlüm!) Beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, sana emredildiği gibi, istikamet üzere (dosdoğru) ol. Aşırı gitmeyin (asla ilâhî hududun dışına çıkmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. Zulüm (ve haksızlık) edenlere de sakın meyletmeyin/güvenip dayanmayın! Sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez. Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindide) ve gecenin (gündüze) yakın (üç) vaktinde (akşam, yatsı ve sabahta) dosdoğru namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler (beş vakit namazın sevâbı, aradaki) kötülükleri (küçük günahları) giderir. İşte bu, düşünen, Allah’ı ananlara bir öğüt/bir hatırlatmadır. Sabret. Çünkü Allah ‘iyilik yapan, iyi harekette bulunan’ların mükâfatını zâyi etmez.” (Hud, 11/112-115)

Bu ayetlerin ışığında bir yandan bir İslâm topluluğu oluşuyordu. Öte yandan müşriklerin kafalarına da şeytânî fikirler doluşuyordu. Muhammed (SAS) ve onun sâdık bağlıları tevhid çağrısına, gösterilen usullerle devam ediyorlardı. İnsanları daha çok ahiret ve oradaki hesap ve azap ile uyarıyorlardı. Siyasî ve idarî güce sahip olunamadığı dönemlerde insanlar bu usulle hakka davet edileceklerdi...

İkna Teşebbüsleri

Hz. Muhammed (SAS) ahiret, hesap ve azap konularını sık sık hatırlatarak insanları Allah’a çağırmaya devam etmekteydi. Açıktan ve ödünsüz yürütülen tevhid davetini durdurabilmek için yaptıkları tüm teklif ve teşebbüslerin etkisiz kaldığını gören müşrikler bu kez, Muhammed’i (AS) dolaylı yoldan etki altına almayı denediler.

Mekkeli müşriklerin içlerinden bir heyet Muhammed’in (SAS) amcası Ebû Tâlib’le görüştü: “Kardeşinin oğlu, dinimizi, ilâhlarımızı kötülüyor. Dedelerimize sapık diyor. Bizi de ahmaklıkla suçluyor. Ya kendisini bu işten vazgeçirirsin, ya da himâyeni kaldırırsın. Biz onun hakkından geliriz” dedi. Ebû Tâlib, yeğeni hakkındaki bu sözlerin sahiplerini güzellikle gönderdi. Muhammed’e (SAS) hiçbir şey demedi. Muhammed (SAS) görevine; aldığı ayetleri tebliğ etmeye, bildirmeye, kesintisiz bir şekilde devam etti. Müşrikler ikinci kez Ebû Tâlib’e geldi: “Kardeşinin oğlunu yolundan vazgeçirmezsen hem sana hem de ona karşı geleceğiz. Artık tahammülümüz kalmadı,” dediler. Tehdidin ciddiliğini gören Ebû Tâlib, durumu bu kez Muhammed’e (SAS) arz etti: “Beni de kendini de koru!” dedi. Muhammed (SAS) üzüldü. Şimdiye dek daima Ebû Tâlib’den destek görmüştü. Demek bugün Ebû Tâlib’den de ayrılma günüydü:

“Amca! Allah’a yemin ederim ki bu adamlar, bir elime güneşi, bir elime de ayı koysalar, ben yine bu davetten vazgeçmem!” dedi...

Ebû Tâlib, bu tereddütsüz ve kesin davranış karşısında duygulanıyor ve onun arkasından şöyle sesleniyordu: “Gel, kardeşimin oğlu gel! İstediğini söyle. Yemin ederim ki hiçbir şey karşısında seni onlara teslim etmem.” Amcasının desteği sürecekti.

Bu girişimlerinin de etkisizliğini gören Mekkeliler bu kez Muhammed’in (SAS) kendisiyle görüştüler.  O’na makam ve para gibi tekliflerde bulundular. Teklifleriyle dönüp gittiler... Muhammed (SAS) hepsini bir çırpıda reddetti. Onun ümmeti de öyle hareket edecekti.

Taviz İsteği

Bir başka seferdi. Geldiler. Hiç değilse putları kötülemekten vazgeçmesini istediler. Kur’ân bu konuda şu bilgiyi verdi: “...Onlar arzu ettiler ki sen yumuşak davranasın da, (taviz veresin, şirk düzenlerine çatmayasın, uzlaşasın ve hoşlarına gidecek işler yapasın da böylece) kendileri de (sana) yumuşak davransınlar..” (Kalem 68/9)

Onlar över, yumuşak davranırlardı ya, Allah ne derdi? “O takdirde, hem hayatın hem de ölümün (azab)ını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.” (İsrâ 17/75)

Peygamber böyle bir uzlaşmaya nasıl giderdi? Gitmedi. Taviz vermedi. Çünkü onu Allah Teâlâ pekiştirmişti. (İsrâ 17/74) Onun davetini benimseyenler, onun yolunu takip edenler de kuşatıcı olmayan bölen nitelikte böylesi kısmî anlaşmalara “evet” diyemezlerdi. Tevhidden taviz veremezlerdi. Tevhidden taviz verilmesini isteyen anne-baba da olsa, dinlenmezdi. Onlara böylesi konular da itaat etmek gerekmezdi. (Ankebût 29/8)

“Sizin Dininiz Size...”

 Mekkeliler iyiden iyiye putların derdine düşmüşlerdi. Onları Muhammed’in (SAS) hamlelerinden kurtarmanın yollarını düşünmekteydiler. Geldiler: “Sen dediler, bizim putlarımıza kulluk et, biz de senin Allah’ına kulluk edelim.” Olacak şey miydi?

Vahiy indi: “Ey (Allah bilgisinden yoksun) cahiller! Bana, Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?”(Zümer, 39/64) “(Resûlüm!) De ki: “Ey kâfirler! (Ey İslâm karşıtları!) (Sizin) tapmakta olduklarınıza ben tapmam. Siz de (aslında benim) ibadet ettiğime ibadet/kulluk edecek değilsiniz. Zaten ben (sizin) taptığınız şeylere asla tapacak değilim. Siz de (aslında benim) ibadet ettiğime ibadet/kulluk edenlerden değilsiniz. Sizin (batıl) dininiz size, benim (hak olan) dinim de banadır.” (Kâfirûn 109/1-6)

Henüz etkili bir yaptırım gücüne sahip olunmadığı dönemdi; davetin aksamaması için egemen güçlere karşı, yolundan vazgeçmeyeceğini söylemek, “kendi düşüncelerinin kendilerine ait olduğunu” belirtmek güzel bir taktikti. “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” demek, size aldırmıyorum anlamına gelirdi. Oysa, karşılıklı tapınma düzeyindeki uzlaşma teklifine bu cevap verildiği zaman, bunun anlamı: “Ben yoluma devam edeceğim,” demekti.

De ki: “Hak (olan bu Kur’an) Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen de küfre sapsın (kâfir olsun).” Şüphesiz biz (kâfir olan bu) zalimlere, duvarları kendilerini (çepeçevre) kuşatan bir ateş hazırladık. Şâyet onlar (susuzluktan feryat ederek) yardım isterlerse, (kendilerine) erimiş maden gibi yüzlerini kavuran bir su ile yardım edilir. O ne kötü bir içecektir ve (o ateş) ne fena dayan(ılıp oturul)acak yerdir!” (Kehf 18/29)

Hz. Muhammed (SAS) tevhid davetine hiçbir şekilde ve hiçbir seviyede putperestlerle uzlaşma kabul etmemekteydi. Artık bunu herkes bilmekteydi. Ancak milleti diretmekteydi.

Bu direnme, içinde bulundukları bozuk düzenin doğal bir sonucu idi. Çaresizlik içinde asıl çareyi görememekti. 

▶️ 4. Bölüm: Peygamberimizin Şemaili ve Üstün Nitelikleri

 

 

 

Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Divan-ı Aşk
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Divan-ı Aşk
Divan-ı Aşk Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close