Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîren tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve-li azîmi sultânih. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn ve şefîi’l-müznibîn ve imâmü’l-müttakîn Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’l-cezâ.
Emma ba’d:
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Allah-u Teâlâ hazretleri âyet-i kerîmelerde buyuruyor ki;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ . وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ . وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
Yâ eyyühe’llezîne âmenû lâ te’külü’r-ribâ ed’âfen müdâafeten ve’t-teku’llâhe lealleküm tüflihûn. Vetteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn. Ve etîu’llâhe ve’r-resûle lealleküm türhamûn.[1]
Birinci âyet-i kerîme bize faiz yemeyi yasaklayan bir âyet-i kerîme. Biliyorsunuz; faizin Arapçadaki adı ribâ. Ribâ, bir şeyin gelişmesine, büyümesine derler. Rab kelimesi de; köken itibariyle o kelimeyle biraz ilgilidir. O da bir şeyi büyüten, geliştiren mânasındadır.
Otları ağaçları büyüten, geliştiren, besleyen Allah olduğu için Rabbü’l-âlemîn, “Âlemlerin Rabbi” denilir. Rab kelimesini Rabbimiz Allah-u Teâlâ için kullanıyoruz.
Bir insana bir ribevî mal verdiğin zaman -onu ödünç verdiğin zaman- geriye alışında, fazlalık şartı koşuyorsan buna “faiz” denir.
"Ben şimdi sana on lira vereceğim, senin istediğin parayı vereceğim. Ama sen bunu bana on iki lira olarak ödeyeceksin.” dediği zaman iki lira fazla istemiş oluyor. Bir artma, fazlalık istemiş oluyor. İşte buna faiz deniliyor, ribâ deniliyor. Haram! İslâm’da faiz, haramlardan birisi.
Neden haram?
Çünkü sermaye sahibi zengin durduğu yerden sermayesi dolayısıyla, başkası çalışıp yorulduğu halde, sırf parasından dolayı para kazanıyor. Paraya muhtaç olan fakir de çalışıyor, çırpınıyor, uğraşıyor, yoruluyor, kazancını temin etmeye çalışıyor; bir de parayı faiz isteyerek veren kimsenin istediği fazlalığı veriyor. On almışsa on iki veriyor, on beş veriyor, on yedi veriyor vesaire...
Halbuki İslâm merhamet dini olduğundan adam zenginse; “Parayı hayrına versin, hayır yapsın, sadaka versin, fakiri kollasın.” diyor. Veyahut “Fakiri kollamayacaksa, sadaka vermeyecekse hiç olmazsa karz-ı hasen versin, borç versin, verdiği kadar alsın, on verdiyse on alsın.” diyor.
Allah-u Teâlâ hazretleri bu fazlalığı sevmiyor. Kulların birbirine yardım etmesini, bağışlamasını, merhamet etmesini, ikramda bulunmasını seviyor.
O devirlerde de bu bir kazanç konusu imiş. Onun için buyuruyor ki;
Yâ eyyühe’llezîne âmenû.
“Ey iman edenler! Eğer mü’minseniz, öyle menfaat hesabı filan yapmayın...”
Lâ te’külü’r-ribâ.
“Faizi yemeyin.”
İşte o kadar!
Allah-u Teâlâ hazretleri yâ eyyühe’llezîne âmenû diye hitap buyurduğu zaman “Ey iman edenler!” dediği zaman bu sözlerin altında yatan incelik, mâna, bizim anlamamız gereken husus ne?
“Ben mü’minsem bunu yapmalıyım, imanımın gereği bu” demek.
Yâ eyyühe’llezîne âmenû.
“Ey iman edenler!”
“Buyur yâ Rabbi, emret, ben imanlıyım; ben sana inanıyorum, ben senin peygamberine inanıyorum, ben senin kitabına inanıyorum, ben senin dinine bağlıyım, ben senin mü’min kulunum, müslüman kulunum.”
Lâ te’külü’r-ribâ.
"O zaman siz ötekiler gibi faiz yemeyin.”
Ötekiler kim?
O devirde yaşayan bazı zenginler. Fakir para istediği zaman verirmiş, ama alırken kat kat fazlasını alırmış. Muhtaç durumda, onu sıkışık gördü. Halbuki müslümanın müslümana sıkışık zamanında yardıma koşması lazım.
Sıkışık olduğunu görünce “Veririm ama şu kadar alırım.” dermiş, kat kat alırmış, fazla alırmış.
Ed’âfen müdâafeten. “Kat kat artırılmış miktarlarla; verdiğinizden fazla alarak faiz yemeyin. Faizi bir geçim vasıtası yapmayın." diye Allah-u Teâlâ hazretleri yasaklıyor.
İmanlı mısınız?
İmanlıyız! Yapmayacaksınız, yemeyeceksiniz!
Bir şeyin alınması doğru olmadığı zaman, verilmesi de doğru olmaz. Rüşveti, Allah yasaklamıştır.
“Sen bu kanunsuz işi yap, ben sana şu kadar para vereceğim. Sessiz sedasız sen bana özel muamele yap, bu iş olsun.” diyorlar.
Bu ne oluyor?
Rüşvet!
Bunlar hayalimizden düşündüğümüz şeyler. Rüşvet haram, onu anlatmaya çalışıyoruz. Faiz haram, onu anlatmaya çalışıyoruz.
Adam zengin, parası var. Allah zenginlik vermiş. Fakir de o sırada paraya muhtaç; çocuğunu evlendirecek, çok sıkışmış, para bulması lazım. Para arıyor.
“Tamam, sen sıkışıksın anladım. Para vereceğim ama şu kadar faiz isterim.” diyor.
Böyle yemeyin!
O zamanlar bunun, bir bildiğimiz nisbeti de yokmuş, çok fazla alırlarmış. Onun için ed’âfen müdâafeh deniliyor, “Kat kat arttırıp faizi yemeyin.”
Mesela bir sene sonra adam gelirmiş; "Hadi ver benim paramı.”
“Denkleştiremedim.”
“Ben senin borcunu, bir sene daha tehir ederim. Ama bu sefer on yerine, on beş değil; on yerine, yirmi beş vereceksin.”
“Neden?”
“Verecektin vermedin, geciktin.”
Bir dahaki sene olurmuş.
“Veremedim.”
“O zaman şu kadar vereceksin; kırk vereceksin, kırk beş vereceksin.”
Böyle artırırmış, borç kat kat olurmuş. Para, verilen borçtan kat kat fazla olurmuş. “Böyle kat kat faiz yemeyin.” diye, Allah yasaklıyor.
Peki, kat kat olmaz da, az olursa olur mu?
Hayır! Umumî bir kaide vardır:
"Bir şeyin çoğu haramsa, azı da haram olur."
Mesela içkinin haram olduğunu biliyoruz.
Neden?
İnsanı sarhoş ediyor. Sarhoş edince arabayı direğe çarpıyor, adam eziyor, kırmızı ışıkta durmuyor, kaza yapıyor.
Az içse olur mu?
Olmaz!
Yalasa?
Yalasa da olmaz.
“Neden hocam? Yalayınca insan kafayı tam bulmaz, küfelik olmaz. Az bir miktar?”
Bir şeyin çoğu haramsa azı da haramdır. Çoğu haram olan şeyin azı da haramdır.
“İçkinin çoğu haram. Sarhoş ediyor da ondan haram. Azı helal olmalı değil mi?”
Hayır! Çoğu haramsa, azı da haram. Çünkü oradan alışır, sonra çoğaltır.
Rüşvetin azı çoğu olmaz,içkinin azı çoğu olmaz. Haramsa haram, yapmayacak!
Lâ te’külü’r-ribâ ed’âfen müdâafeh. “Kat kat faiz yemeyin.”
“Kat kat olmaz da; bir kat olursa, yarım kat olursa, dörtte bir kat olursa olur mu?”
O da olmaz! Faizin hepsi yasak, azıcık bir fazlalık bile olmaz.
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn.
"Allah’ın kâfirler için hazırlamış olduğu cehennem var ya..."
Var mı?
Elbette var!
الجنة حق والنار حق
"El-cennetü hakkun ve’n-nâru hakkun."
Âhiret var mı yok mu?
Var!
والبعث بعد الموت حق
Ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti hakkun.
Ey insanlar bu ölen insanlar öldükten sonra dirilecek mi?
Dirilecek!
İnsan öldükten sonra, toprak olduktan sonra, kemikleri çürüdükten sonra dirilir mi?
Allah yoktan var etmiş. Var olanı, yeniden bir başka şekilde yaratamaz mı?
Her şeye kâdir!
وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
Ve hüve bi külli halkin alîm. “Her çeşit yaratmaya kâdir.”
Sen yaratmanın kaç çeşidini gördün? Kaç çeşit yaratma biliyorsun? Say bakalım kaç tane elma biliyorsun, kaç tane balık biliyorsun, kaç tane kuş biliyorsun? Say bakalım, kaç tane böcek biliyorsun? Kabuklu böcekleri say bakalım, kaç tane?
Senin bilmediğin bir sürü şey var daha.. Sen edebini takın, orada usluca otur,
Ve hüve bi külli halkin alîm.[2]
“Her çeşit yaratmaya kâdir.”
Neler yaratır Allah, neler yaratır. Amennâ ve saddaknâ. Biz inanıyoruz, biliyoruz ki; âlemleri yaratan Allah-u Teâlâ ve Tekaddes hazretleri öldükten sonra kulları diriltecek.
بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ
Belâ kâdirîne alâ en-nüsevviye benâneh.[3]
Allah-u Teâlâ hazretleri; “Parmaklarının uçlarının izlerini bile aynen yaratmaya kadiriz biz.” diyor.
Parmak izleri insanları ayırt ettiriyor. Ömer Efendi’nin parmak izi ile, Hasan Kartal’ınki aynı değil.
“İkisinin de boyları, posları birbirine benziyor. İkisi de iyi arkadaş ama parmak izleri farklı."
Kâdirîne alâ en nüsevviye benâneh.
Parmaklarını yeniden düzenlemeye bile kâdir Allah. Her şeye kâdir!
Vetteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn. Ve etîu’llâhe ve’r-resûle leallekum türhamûn.
Allah cehennemi yarattı ya;
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn.
“Kullarım, o kâfirler için hazırlanmış cehennemden sakının!”
Cennet mü’minlerin yeridir, cehennem kâfirlerin yeridir. Tamam, aslen öyle ama “Siz de laf dinlemezseniz, emir tutmazsanız, haram yerseniz, vazifeleri yapmazsanız siz de gidebilirsiniz!” demek.
“Kat kat faiz yemeyin.” dedikten sonra, bundan sonra gelen bu âyet-i kerîme ne demek?
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l kâfirîn.
Burada hitap müslümanlaraydı.
Ve’tteku’llahe lealleküm tuflihûn. “ Ey müslümanlar, Allah’tan korkun ki felah bulasınız.”
Felaha ermek, kurtuluşa çıkmak, selamete ulaşmak, paçayı kurtarmak, azaba uğramamak, sıratı geçmek, cennete girmek nedir?
Bir gayret işidir, gayretle olacak.
"Allah’tan korkun! Takvâ ehli olun; sakının, çekinin.”
Brisbane şehrinin içinde meydanı boş bulunca arabayı istediğin yöne sürebilir misin? Çizgiler var, oklar var, işaretler var, lambalar var, yayalar var, kaldırımlar var.
Ne oluyorsun, babanın tarlası mı burası? Burası meydan; burada oklara dikkat edeceksin, işaretlere dikkat edeceksin, lambalara dikkat edeceksin, gözünü dört açacaksın.
Açmazsan ne olur?
Kaza olur, ceza olur, hasar olur, zarar olur.
Ve’tteku’llâhe le-allekum tuflihûn. “Felah bulmak istiyorsanız Allah’tan sakının, korkun ki; felah bulasınız.”
Felah bulmak, hemen bedavadan olmaz imtihanın sonunda olur.
Diploma almak kolay mı?
Değil hocam!
Çocuklar senelerce okuyor. Anasının babasının imanları gevriyor,
Neden?
Para istiyorlar, masraf oluyor, zahmet oluyor.
“Ben şurada oturacağım ama çocuklar okuyor; orada oturamam, okula yakın bir yerde oturmam lazım.”
Çocukların her birisi sabahleyin diziliyor; “Baba para ver.”
“Ne için? Dün sabah verdim ya.”
“Olsun, öğretmen bir de şunu istedi, okula bir de şu lazım.”
“Fesubhânallah, bismillah. Peki hadi bakalım.” kesenin ağzını açıyor.
"Cumartesi, pazar okulda toplantı var, öğretmen çağırıyor."
“Yine ne olacak bakalım?” diye okula gidiyorsun bir sürü masraf. Diploma almak kolay mı? Masraflı, zahmetli…
Ve’tteku’llâhe lealleküm tuflihûn.
Felah bulmak istiyorsanız Allah’tan korkacaksınız. O da kolay değil! Felahı bulmak da kolay değil! İflah olmak kolay değil!
Ne yapmak gerekiyor?
Sakınmak, çekinmek, dikkatli olmak gerekiyor.
Sıkı trafikte araba kullanmak kolay mı?
Kolay değil! Usta şoför olmak lazım. Dünyayı dolaşmış, bilmem kaç sene araba kullanmış, hiç kaza yapmamış. Adama madalya veriyorlar. Hiç kaza yapmamış.
Kolay mı?
Değil!
Çok dikkat etmek lazım, sakin olmak lazım.
Araba sürücülüğü nedir?
Dervişliktir, sabırdır. Sağa sola kızarsan, bağırırsan, çağırırsan, camı açıp elini kolunu oynatırsan, işaret edersen, ağzını bozarsan, yüzünü ekşitirsen dervişlik olmaz.
Nasıl olacak?
Sakin olacak. Araba sürmek, dervişlik kolay değil. Felaha ermek de kolay değil.
Ne lazım?
Takvâ lazım!
Takvâ ne demek?
“Sakınmak, çekinmek, düşünmek, düşüne taşına iş yapmak, ihtiyatlı olmak, freni sağlam olmak, haramlara koşmamak, günahlara dalmamak, şeytana kanmamak, nefse uymamak."
Canının istediği bir şeyi yapmaması zor. Bir çocuk canının istediği bir şeyi yapmadığı zaman ortalığı velveleye veriyor, feryadı basıyor.
Çocuğun silahı ne?
Tabanca mı, tüfek mi, bıçak mı?
Feryat. Bangır bangır bağırır, bir cıngar çıkarırsa; babası korkusundan cebinden paraları çıkarır, onun istediğini alır. Çocuk bunu bir öğrendi mi tamam, anasına babasına her zaman o silahı çeker, ağlayarak her işini yaptırtır,basar yaygarayı.
Ve’tteku’llâhe lealleküm tuflihûn.
Sakının, çekinin ki bir şeyi isteseniz bile yapmayın; iyi bir şeyi de istemeseniz bile yapın.
“Allah yolunda masraf yapmak sevap, kesenin ağzını açmak sevap.”
“Ama canım hiç istemiyor hocam, hiç mi hiç canım istemiyor. Şu paracıkları öyle seviyorum ki vermeyi hiç istemiyorum. Çok zor geliyor. Zekâtı bile zor veriyorum; sen bir de benden bunun üstünde şeyler istiyorsun. Olmaz öyle şey. Canımı al, malımı alma. Mal canın yongası. Parama dokunma!”
Nefsin istemediği şeyi, Allah istiyorsa yapacak. Nefsin can attığı şeyi, Allah yasaklamışsa yapmayacak. İşte sakınmak, çekinmek bu! O zaman felah bulur.
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn. “Cehennem kâfirler için hazırlanmıştır, kâfirler için hazırlanmış olan cehennemden de kork."
Allah’tan kork; ta ki felah bulasın.
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn.
“Kâfirler için hazırlanmış olan ebedi hapishane, azap yeri, işkencehane, ceza yeri olan cehennemden de sakın."
Çünkü 'Allah’tan kork!' diyor, Allah sevmediği kulunu nasıl cezalandıracak?
Cehenneme atarak cezalandıracak. Allah’tan kork; bak korkmazsan Allah seni cehennemine atar, o zaman canın yanar. Cayır cayır yandığın zaman çok pişman olursun ama iş işten geçmiş olur.
Ve’tteku’n-nâre’lletî uiddet li’l-kâfirîn.
“Hocam kâfirler için hazırlandığı halde cehenneme müslümanlar girer mi?”
Evet, girebilir.
“Girecek mi?”
Evet, giren müslümanlar olacak.
Müslüman niye cehenneme giriyor? O "lâ ilâhe illallah." diyor.
Peygamber Efendimiz;
Men kâle lâ ilâhe illallah dehale’l-cenneh buyurmuş.
"Lâ ilâhe illallah diyen cennete girecek." buyurmuş.
Peygamber Efendimiz Allah’ın emri olarak; “Faiz yemeyin, harama bakmayın, içki içmeyin.” demiş; o da onları yapmış.
Ne olacak şimdi?
Hem "Lâ ilâhe illallah" demiş, iman etmiş ama Allah’ın buyruğunu tutmamış, Resûlü’nün sünnetini tutmamış, yolunca gitmemiş.
Ne olacak şimdi bu?
Cehennemde, yaptıkları suçlar kadar onların karşılığı olarak; cezayı yiyecek, yanacak ondan sonra cennete gidecek. Cennete gidecek ama yandıktan sonra gidecek.
“Ne kadar yanacak hocam, bunun zamanını sen biliyor musun? Bir müslüman cehenneme girdiği zaman ne kadar yanar?
Bir müslüman en az suçtan bile cehenneme bir düştü mü... Azıcık daha sevabı olsaydı cehenneme düşmeyecekti, kurtulacaktı cennete gidecekti. Ama sevapları biraz eksik geldi, cehenneme düştü. Adımını biraz daha fazla atsaydı cennete geçecekti, ayağı erişmedi cup cehennemin uçurumuna yuvarlandı. Ateşlerin içine, fokur fokur kaynayan gayyâ kuyusunun içine düştü. Azıcık günahı vardı, keşke birazcık daha namazı, orucu, haccı, zekâtı, bir şeyi olsaydı, eklenseydi de, hiç düşmeseydi, sevapları baskın gelseydi de cennete gitseydi…
Düştü…
Bir düşen ne kadar kalacak? Azıcık bir suçu bile olsa cehenneme düşen orada ne kadar kalacak?
اَحْقَابًاۚ
Ahkâben kalacak.
“Hocam, ben ahkâben’i bilemedim. Bu Türkçe bir kelime değil. 'Ahkâben kalacak’ ne demek?”
“Ömürlerce kalacak.” demek.
Hukb; ömür miktarı demek. Aşağı yukarı 'seksen, seksen beş senelik zamana' Araplar hukub derler. Ömür gibi yani. Bir insan ömrü kadar.
Onun için cehenneme düşmemeye çalışmak lazım.
Onun için insanın hedefi ne olması lazım?
Hedef ne olmalı?
Cehenneme hiç düşmemek olmalı! Ayarı ona göre yapmalı! Adımını ona göre atmalı, cehenneme düşmemeli, düşmemeye çalışmalı!
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
Ve-etîu’llâhe ve’r-resûle lealleküm türhamûn.
Allah acısın bizlere değil mi?
Yâ erhame’r-râhimîn irhamnâ! “Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım, bize merhamet et.”
Erhamü’r-râhimîn. "Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah" bize acısın da bizi cehenneme atmasın değil mi? Milyonlarca sene yanmak fena!
Merhamet olunmanın sebebi üçüncü âyet-i kerîmede belirtiliyor:
Ve etîu’llâhe ve’r-resûle le-alleküm türhamûn.[5]
"Allah’a ve Resûlullah’a itaat edin ki merhamete mazhar olasınız."
Allah kime merhamet edecek?
Kendisine itaat edene, Resûlü’ne itaat edene.
Kendisine itaatı nasıl sağlayabiliriz?
“Senin bu konuşman, hatırlatman üzerine şimdi karar verdim. Ben Allah’a itaat etmek istiyorum, ne yapacağım?”
Kur’an’a uyacaksın.
Neden?
Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın kelamı, Allah’ın emirleri orada yazılı. Millet Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmiyor.
Peki, kanunları bilmemek mazeret midir?
Değildir!
Bir insan kanunu bilmese affolunur mu?
Olunmaz! Kanunları bilmemek mazeret değil; kanunlara uyması lazım. Ayrıca Allah peygamber de göndermiş, açıklattırmış da. Kur’an’ı öğreneceğiz, Kur’an’ın emirlerine uyacağız, bir.
Ve Resûlullah’ın sünnetini öğreneceğiz.
Resûlü’ne itaat nasıl olur?
Peygamber Efendimiz vefat edeli şu kadar sene geçmiş.
"Resûlullah’a nasıl itaat edeyim de şu merhamet olunanların arasına gireyim; ta ki merhamet olunayım?"
"Peygamberimiz’in sünnetini tutacağım. Sünnetini tutmak için hadisleri öğrenmem lazım."
Demek ki Allah’ın merhamet edeceği kimseler kimlermiş?
Kur’an’ı bilenler, sünnetine uyanlarmış. Kur’an’ı okuyacağız, öğreneceğiz, uygulayacağız. Çocuklarımıza öğreteceğiz, uygulattıracağız. Seve seve, zorla değil, ite kaka değil... Hanımlarımıza öğreteceğiz, uygulattıracağız. Kur’ân’ı öğreneceğiz, uygulayacağız, uygulatacağız. Peygamber Efendimiz’in sünnetini öğreneceğiz, uygulayacağız, uygulatacağız.
Kısa kısa yapıyoruz bu işi, hafif hafif yapıyoruz. Mesela; namazın farzını kılıyoruz, sünnetini de kılıyoruz, neden?
Peygamber Efendimiz öyle yaparmış da ondan. Hasan Efendi başına sarık sarmış. Onu niye sarmış?
Çünkü Peygamber Efendimiz; “Bir insan sarık sararsa, kıldığı namaz yetmiş kat daha sevaplı olur.” demiş.
Ali de sarmış, ben de sarmışım. Bir de sakal bırakmışız. Millet sakalı bıyığı dümdüz kesiyor, sinekkaydı traş oluyor; ne bıyık bırakıyor ne sakal bırakıyor.
Biz niye bırakıyoruz?
“Sakal bırakmak sünnet” diye.
Büyüklerimiz bize birçok şeyi öğretmiş, elhamdülillah uyguluyoruz.
Ama artık büyüklerin öğrettiği, öğretmediği bitti; şimdi sorumluluk bizim.
Buluğ çağına erdi mi bir insan bitti. Kur’ân’ı kendisi uygulamakla sorumlu ve Peygamber Efendimiz’in sünnetini öğrenip uygulamakla sorumlu.
O halde bizim gece gündüz çalışmamız lazım. Allah’ın rahmetine ermek için; Kur’ân’ı öğrenmeye çalışmamız lazım, Peygamber Efendimiz’in hadislerini öğrenmeye çalışmamız lazım. Hiçbir şeyden haberimiz yok. Okumuyoruz, çalışmıyoruz, öğrenmiyoruz, çocuklarımıza öğretmiyoruz. Okuyacağımız, öğreneceğimiz, öğreteceğimiz yerleri bile kurmamışız.
Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere’ye geldi, altı ay kaldı. Ama altı ay içinde mescidi inşa etti, Mescid-i Nebevî’yi inşa etti, kendisi de oraya geçti.
Ne olacak?
Hemen mescid olacak.
Mescid nedir?
Mescid mü’minin ibadet yeridir.
Cami önemli!
Camiyi ben ne yapayım?
Koskoca cami...İçi boş olduktan sonra, hoca olmadıktan sonra camiyi ben ne yapayım?
Cemaat gelir gider, içinde namaz kıldıracak bir tanesi yok, hutbe okuyacak kimse yok, çocuklara İslâm’ı öğretecek kimse yok…
Olmaz!
Camiyi canlandıran, değerlendiren, güzelleştiren, işleten hoca lazım! Din adamı lazım! Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını yetiştirdiği gibi imamın cemaatini yetiştirmesi lazım. Cemaatin imamını, hocasını Allah rızası için dinlemesi lazım. “Kur’ân’ı, sünneti bana öğret.” diyerek talip etmesi, talebe olup diz çökmesi lazım. Hoca çok önemli!
Öyle hocayı nereden bulalım?
Her yerde istiyorlar da bulunmuyor. Eh, sen bilirsin. Bulunmazsa hapı yutarsın. Bulunmazsa dinini öğrenmezsin. Dinini öğrenmezsen "le-alleküm türhamûn." dediği, Allah’ın merhametine mazhar olmak tahakkuk etmez. Başka insanlar gibi yaşarsın, başka insanlar gibi ölürsün. Allah etmesin, Allah saklasın. Hocayı bulacaksın.
Neden?
Denize düşen tutunacak bir simidi, tahtayı buluyor. Gemi patlıyor, kayalara çarpıyor ama adam geminin direğine tutunuyor, değil mi? Filmlerde görüyoruz. Allah o felakete uğratmasın.
Neden?
Başka çare yok! Bir şeye sarılmazsa sal parçasının, tahta parçasının üstüne çıkamazsa olmuyor, köpek balıkları oradan buradan etrafında dolanıp duruyorlar.
Ne olacak?
Yiyecek. Suyun üstüne çıkacak bir sal, tutunacak bir dal, bir direk, bir şey bulması lazım; can kurtaran simidi, kayığı veya filikaya çıkması lazım.
“Pek önemli değil!”
Sen denize düş de gör bakalım önemli mi değil mi? Denize düşersen ne kadar önemli olduğunu anlarsın.
Onun için çırpınmak gerekiyor. Çoluk çocuğumuzu iyi yetiştirmeye çalışmak gerekiyor. İslâm’ı iyice öğrenmemiz için gereken tedbirleri almak gerekiyor.
Caminin tadına doyum olmaz. Caminin hiçbir yerde bulunmaz. Cami çok güzeldir. Hoca iyi olursa cami gül gülistandır.
Allah-u Teâlâ hazretleri bize, İslâm’a en güzel şekilde hizmet etmeyi bize nasip etsin. İslâm’a çok güzel hizmetler yapıp, Allah’ın rızasını kazanıp iki cihanda bahtiyar olalım.
Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke ente’l-alîmü’l-hakîm. Sübhâne rabbinâ rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn ve selâmün alâ cemiî enbiyâ’i ve’l-mürselin ve âli küllin ecmaîn ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn.
El-Fâtiha.
[1] 3/Âl-i İmran, 130-132.
[2] 36/Yâsîn, 79.
[3] 75/Kıyame, 4.
[4] 78/Nebe’, 23.
[5] 3/Âl-i İmrân, 132.