Bismillahirrahmanirrahim.
Aziz ve muhterem cemaati müslimin Allah-u Teàlâ Hazretleri, hulûlü ile müşerref olduğumuz şu mübarek geceyi cümlemiz hakkında sebeb-i fevz ü felâh eylesin...
Muhterem kardeşlerim! Receb gibi müstesnâ manevî kıymeti olan bir aya bulunuyoruz. Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, bizi bu mübarek gecelere vâsıl ve nâil eyledi.
Araplar, İslâm gelmezden önce cahillikleri ile, huşûnetleri ile birbirleriyle kılıç çekip, ok atıp, mızrak saplayıp cenk edip dururken, Receb ayı geldiği zaman kavgayı, gürültüyü, çatışmayı, cengü cidâli terk ederlerdi, birbirlerini görmezlikten gelirlerdi. Düşmanlar aylarca at üzerinde, deve üzerinde kovaladığı düşmanını, bu ayda bir köşeye kıstırsa, Receb ayı geldi diye görmezlikten gelirdi.
Onun için, bu ayın bir ismini kitaplar yazıyor ki: Receb el-esam, sağır Receb; yâni görmüyor, duymuyor, anlamazlıktan geliyor, düşmanını görmezlikten geliyor. Receb ayına hürmetinden dolayı düşmanına kılıç kaldırmıyor, bıçak saplamıyor, ok saplamıyor.
Onlar İslâm'ı görmemiş, bedevî insanlar idi, cahil ve gafil kimseler idi. Biz elhamdülillah İslâm'ın nuru ile müşerref olmuş mü'minleriz. Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, bizi Müslüman annelerden, babalardan dünyaya getirdi; Müslüman olarak yaşatıyor. İmanın hakîkatine vâsıl eylesin. İslâm'ın hakikatine ermeyi nasib eylesin. Has, hâlis, hakîkî müslüman olmayı nasib eylesin. Bu iman-ı kâmil ile âhirete göçmeyi nasib eylesin...
Muhterem kardeşlerim! Hepimizin evinde yüzlerce kitap vardır, ciltlerle eser vardır. Evliyâullah tarafından yazılmış, İmâm-ı Gazâliler, Abdülkàdir-i Geylânîler, Bahâeddin-i Nakşibendler, büyüklerimiz, pirlerimiz tarafından yazılmış yüzlerce, binlerce eser kütüphanemizde vardır. Hiç kimse ben bilmiyorum diyemez.
Bu kadar bilgiye, bu imana, bu Kur'an'a, bu şanlı mâziye ecdadımızın bize numûne olmasına rağmen, Receb ayı da geldiği halde bize ne oluyor? Biz niye düşmanlıkları bir tarafa koymuyoruz? Biz niye dostluk kucağını birbirimize açmıyoruz? Biz niye silahları bir tarafa bırakmıyoruz?
Allah-u Teàlâ Hazretleri bize, şu cahiliye devri Araplarından daha yüksek şuur versin... Onlar cahiliye devrindeyken Recebin hürmetine kendi aralarında sulh ve sukûna ulaşırlardı. Haram aylar girdi diye, birbirleriyle cengü cidâlden vazgeçerlerdi.
Rabbimiz bu Receb ayını biz Müslümanların da sulh ve sukûnu için, birlik ve beraberliği için, muhabbet ve meveddeti için vesile eylesin.
Muhterem kardeşlerim, kusursuz insanın olmadığını hepiniz bilirsiniz. En kestirme yolu, kendi kendimize bakmamızdır. Kendimize baktığımız zaman, görürüz ki dünya kadar kusurumuz vardır.
Nasrettin Hoca şöyle kendine bakmış, "Ah gidi gençlik, ah!" demiş ilk önce. Sonra bir sağa bakmış, bir sola bakmış, kimse yok; "Ben senin gençlikte de ne mal olduğunu biliyordum ya!" demiş kendi kendisine.
Biz kendi kendimizi biliriz, ne olduğumuzu. Kendimizden düşünelim; eksiğimiz vardır, kusurumuz vardır, ibadette taksiratımız vardır, tembelliğimiz vardır, çeşit çeşit hatalarımız vardır. O halde öteki kardeşimizde de varsa, kendinden kıyas et, onu da affet! Sen kusurlarına rağmen nasıl Cenâb-ı Hakk'ın yolunda gitmeye çalışıyorsan, karınca kararınca, düşe kalka Rabbimizin rızasına uymaya çalışıyorsan işte o da öyle yapıyor. Senin karşına hatalı zamanı gelivermiş, gözüne o takılmış.
Yaradılanı hoş gör, Yaradandan ötürü!
Allah aşkına, şu mübarek günler hürmetine, Resûlullah aşkına kusurlarımızı görmeyelim, kabahatlerimizi görmeyelim! Aynı camide namaz kılıyoruz; birbirimizi görüyoruz, selâm vermeden geçiyoruz.
Müslüman kardeşler, Müslümanlıklarının kendilerini muhabbet içinde olmalarını gerekli kıldığını bilmeli. Yâni, birbirini sevmeden yapılan işlerin bir işe yaramadığını bilmeli.
İmam-ı Gazâli Hazretleri kitabında diyor ki: "Bir insanın içinde hubbu fillah olmazsa; yâni Allah rızası için öteki Müslümanları, Allah'ın has halis kullarını sevmek olmazsa; ve buğz-u fillah olmazsa, Allah düşmanlarına karşı da bir gayret-i diniyyesi olup, ona karşı bir celâdeti, kahramanlığı, salâbet-i diniyyesi olmazsa, öteki ibadetleri bir işe yaramaz!" diyor.
Namaz, oruç vs... Bunları herkes yapıyor. Hatta kimisi perhiz olsun diye yapıyor, kimisi jimnastik olsun diye yapıyor. Mühim olan, önemli olan, asıl dikkat edilmesi gereken muhabbet... O muhabbet olmadığı zaman, Müslümanlar arasındaki o meveddet olmadığı zaman, öteki işlerin kıymeti olmaz.
Muhterem kardeşlerim!
Muhabbet olduğu zaman da, Allah-u Teàlâ Hazretleri tariflere sığmayacak büyük mükâfatlar ihsan ediyor. Bir Müslümanın sevdiği öteki Müslümanın derecesine erişmese bile, âhirette onun makamına onu çıkartıyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri, kardeşi, kardeşten ayırmamak için, seveni sevenden ayırmamak için aşağıdakini yukarıya çıkartıyor. Kardeşinden ayrılmasın diye.
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümle ins ü cin mahşer yerinde toplanıp, terlere batıp, ellibin yıl diz üstü çöküp de, "Acaba hesabımız nasıl olacak?" diye titreştiği zamanda, Allah için birbirini sevenleri, nurdan minberlerin, tahtların üzerinde ikramına mazhar edecek. Arşının gölgesinde gölgelendirecek. O mübareklere mahşer gününün dehşeti gelmeyecek. Onlar üzülmeyecekler, korkmayacaklar, mahzun olmayacaklar, mahşerin dehşetini sezmeyecekler. O elli bin yıl onlara, bir namaz kılımı kadar kolay gelecek kardeşlerim!
Onun için aklımız varsa, şuurumuz varsa, maddi menfaatimizi, mânevî menfaatimizi anlayacak bir muhakeme kabiliyetimiz varsa, her şeyi bir tarafa bırakıp kardeşlik işini tamir etmeye, kardeşliğimizi takviye etmeye, kardeşliğimizi taklitten tahkike eriştirmeye çalışmamız lâzım!.. Bundan vazgeçmeyiz, en önemli işin bu olduğunu biliriz.
Allah için bir kimseyi seviyor musun? İvazsız, garazsız, Allah için bir kimseye muhabbet edebiliyor musun?
Onu evine çağırabiliyor musun? Onun yanına gidebiliyor musun? Onun yardımına koşabiliyor musun? Hastayken ziyaret edebiliyor musun? Vefat ettiği zaman cenazesini takip edebiliyor musun?...
Maddi bir menfaat yok. İşte asıl bâkî kalan o muhabbetler, fayda veren o muhabbetlerdir.
Hatta o mübareklere peygamberler ve şehidler bile gözleri takılacak, gıbta edecekler. Diyecekler ki:
"Bunlar kim yâ Rabbi?.. Yüzleri nur, elbiseleri nur, tahtları nur; Arş'ın gölgesinde nurların içinde pırıl pırıl kevkeb-i dürrî gibi parıldayan bu kimseler kimler yâ Rabbi?.."
"Onlar; "hümül-mütehâbbûne fiyye" benim rızam, celâlim, izzim hakkı için birbirleriyle muhabbet edenlerdir." buyrulacak.
Onun için şu muhabbet işini, şu Receb ayı vesilesiyle bir tamir edelim. Aramızdaki muhabbetleri bir takviye edelim. Birbirimize muhabbetimizi göstermelik yapmaktan hazer eyleyelim, birbirimizi candan sevelim, birbirimize candan bağlanalım.
Muhabbet olduğu zaman neler olduğunu görüyorsunuz.
Muhabbetin ne olduğunu anlamak isterseniz, Allah yolunda kardeşlik etmek, muhabbet etmek ne neticeler verirmiş, hadis kitaplarından, tasavvuf kitaplarından bu bahisleri okuyun!..
Hatamız çoktur, kusurumuz çoktur. İnsan güzel günleri, güzel ayları, güzel geceleri vesile bilmeli. Vesilelerin en güzellerinden birisi de bu mübarek Receb ayıdır. Receb ayının adlarından birisi de Receb el-esabb'dır. Yâni, Allah'ın rahmetinin güldür güldür, nehirler gibi Müslümanların üzerine döküldüğü bir aydır. Esab diye, suyun akışına denilir. Hatta nehirlerin döküldüğü yere, nehrin ağzının deryaya birleştiği yere munsab derler. Yâni oraya su geliyor, şaldır şaldır dökülüyor diye...
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi bu hayırlardan, bu güldür güldür, şarıl şarıl yeryüzüne dökülen rahmetlerden hissedar olanlarından eylesin... "İlle istemem!" diye, kabını ters çevirenlerden eylemesin... İnsan tenceresini, tavasını, kazanını ters koyarsa, yukarıdan gelen şey içine girmez ki... Tersliği bir tarafa bırakmamız lâzım.
Peygamber SAS Hazretleri buyurdu ki:
"Bu Receb ayı Allah'ın ayıdır."
Dediler ki:
"Yâ Rasûlallah! Her ay Allah'ın, her gün Allah'ın, yer Allah'ın, gök Allah'ın, dünya Allah'ın, âhiret Allah'ın, yâni ne demek bu?"
Allah'ın mağfiretinin cûşa geldiği ay. Rabbımız rahmetinin, mağfiretinin kapılarını açıyor bu ayda...
Onun için bu ayın bir adı da mutahhirdir. İnsanı temizliyor. Allah'ın rahmet suyuyla insanın günahları afv u mağfiret oluyor. Karaları, isleri, pasları adeta yıkanıp gidiyor. Rabbimiz bu ayda bizi bu feyizlerden, hayırlardan istifade edenlerden eylesin...
Bu ayda ne yapmamız lâzım?
Peygamber (SAS) Efendimiz bu ayda çok oruç tutardı. Ramazandan sonra en çok oruç tuttuğu aylardan birisi Receb’tir. Ramazanda tabii bütün Ramazan tutuluyor. Ramazanın dışında en fazla miktarda oruç tuttuğu ay Receb ve Şa'ban’dır. Onun için biz de oruç tutacağız.
Niye Peygamber SAS Efendimiz oruç tutardı? Biz örnek alalım diye. Orucun hassasi nedir, özelliği nedir? Orucun hassasi;
“İnnemâ yüveffes-sâbirûne ecrahüm bigayri hisâb”
Hükmüne tâbi olmasıdır. "Allah sabredenlerin ecrini hesaba kitaba sığmayacak kadar bol verecek." Oruç da sabırdır. İnsan sabrediyor, yemek yemiyor, yorgunluğa sabrediyor, arzularına gem vuruyor, tahammül ediyor.
Sonra biliyorsunuz, oruç sadece yememek, içmemek değildir. Gerçek orucun, hakîkî orucun, makbul orucun bir özelliği de ahlâkî hususlara da riayet etmektir.
Meselâ; Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
"Bir insan gıybet ederse, orucu bozulur."
Ne demek? Sevabı gider demek. Gıybet etmeyeceksin, dilini gıybetten tutacaksın!
"Yalan yere şahitlik edenin orucu bozulur."
Tabii, günahlı bir iş yapıyor, sevabını kaçırıyor. Ahlâkımıza sahip olarak, gözümüze sahip olarak, harama bakmadan, yalan dolan söylemeden, harama el uzatmadan hareket ettiğimiz zaman, hakîkî oruç oluyor. Böyle bir oruç da, sabrın sembolü olduğu için ve insanı sabıra alıştırdığı için mükâfatı nasıl gelecek? Üç mü, beş mi, on mu, yedi mi, yetmiş mi, yedi yüz mü?.. Hayır, bigayri hisab.
Ayet-i kerimede,
“İnnemâ yüveffes-sâbirûne ecrahüm bigayri hisâb” buyruluyor. "İnnemâ"⁸ edat-ı tahsistir. Yâni, "Başkaları değil, sadece bunlar" demek. "Bu bunlara mahsustur " demek. "Allah, sabredenlere ecrini çok fazla miktarda verecek, tahammül edilmez derecede verecek."
Onun için, bu ayda Allah'ın rahmetinin bize gelmesine bir bahane, bir vesile olsun diyerek çokça oruç tutalım. Ama hakkını vererek, harama bakmadan, yalan, dolan, gıybet, dedikodu, bağırma, çağırma, kalp kırma olmadan, kimseyi incitmeden, ahlâkî esaslara riayet ederek orucu tutalım.
Peygamber (SAS) böyle tavsiye etmiştir. Orucun tutulması hakkındaki umûmî tavsiyeleri incelendiği zaman, ahlâki hususlara riayet etmenin lüzumu çok bariz olarak anlaşılıyor.
Muhterem kardeşlerim! Cennette çok nehirler var.
“Fîhâ enhârun min mâin gayri âsin, ve enharun min lebenin lem yetegayyer ta'mühû, ve enharun min hamrin lezzetin lişşâribîn, ve enharun min aselin musaffâ”
Cennetin içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren, mest eden şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar var diye âyet-i kerimede bildiriliyor.
Peygamber SAS bir hadis-i şerifinde buyurdu ki:
İnne fil-cenneti nehren
"Cennette bir başka nehir vardır ki..." Yukàlu lehû receb
"Bu nehrin adı da Recebdir." Şu ayın adı gibi, o nehrin adı da Recebdir. "Eşeddü beyâdan mine'l-leben" Beyazlığı sütten daha beyazdır.
"Ve ahlâ minel asel"
Tadı baldan daha tatlıdır.
"Men sâme yevmen min recebin sakâhullâhu min zâliken-nehr"
Kim Recebde bir gün oruç tutarsa, Allah o nehirden ona tattırır.
İki gün tutarsa sevabı böyle olur, üç gün tutarsa sevabı şöyle olur, dört gün tutarsa sevabı şöyle olur...
Mümkün olduğu kadar bu ayda nefsimize hâkim olalım! Kötü huylarımızı bir tarafa atalım! Bilhassa kırgınlıkları, dargınlıkları, küslükleri, çekişmeleri, kavgaları, inatları, münafeseleri, nefisleşmeleri, cenkleri, cidalleri bir tarafa bırakalım! Şu cahiliye devri araplarından utanalım. Onlar bırakırdı. Biz bırakmazsak hakikaten de utanılacak bir duruma düşeriz.
Ondan sonra, oruç tutalım. Sonra bu ayda sadaka vermenin, hayır vermenin sevabı çok fazladır. Bu ayda eliniz açık olsun, kesenizin ağzı bağlı olmasın. Mümkün olduğu kadar etrafınızdaki insanları gözetin! Hayra, hasenata, Allah yolunda çalışmaya, cihada biraz para sarf edin.
Biz bu paraları neden kazanıyoruz? Karnımız doyacak, ihtiyaçlarımızı gidereceğiz, Allah yolunda sarf edeceğiz. Bunlar Rabbimizin bize verdiği nimetler. Biz bu nimetleri yine Rabbimizin yolunda sarf ederiz, böylece ahiretin ecrini alırız.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
"Kesilmiş koyunun ne kadarı kaldı evde?"
"Hepsi gitti, hepsini dağıttık, hediye verdik, sadaka verdik; bir budu kaldı."
"Demek ki, bir budu hariç, hepsi bizim olmuş!" dedi.
Çünkü sevap oldu, sevap olarak yazıldı, sevabı kaydoldu, gitti. Başkasına gidince sevap oldu. Ama yediğinin hesabı var. Yaptığın hayır âhirete geçmiş oluyor. Bunu unutmayalım.
Bu ömür ne kadar sürer bilmiyoruz. Ne sen bilirsin, ne ben bilirim, ne de başka bir kimse bilir. Bilenler hiç olmaz mı? Allah'ın bildirdiği kullar da bilir. Bazen bazı kullarına Allah bildiriyor.
Bir kardeşimizin kız kardeşini anlattılar, rüya görmüş. Rüyada kabre koymuşlar, kabirde Münker ve Nekir karşısına gelmiş, "Söyle bakalım Rabbin kim?" demişler. Cahil kadın, yâni bilgisi çok fazla değil. Bocalamış, "Rabbin kim?" sorusunun cevabını rüyada iyi verememiş. Bir azarlamışlar, "İnsan Rabbini hiç bilmez mi! Git öğren de gel!" demişler rüyada. Öyle uyanmış.
Rüyadan, işaretlerden, "Ben öleceğim!" demiş. Bebek bekliyormuş, "Şu çocuğumun adını şöyle koyarsınız, ben bunu görmeyeceğim, öleceğim!" demiş. "Yâ öyle söyleme, bilmem ne!" filan, yok. Hakikaten de doğumu yapmış, ölmüş. Yâni Allah bildirirse biliyor.
Bizim burada hacı kardeşimiz, hâlâ aramızdadır. Onun babasıyla birisi, Tekirdağ eski müftüsünün yanına ziyarete gidiyorlar. Ama mâneviyat sahibi, derviş, cömert, alim insanlar onlar. Büyük insanlar yâni. Bir kapısı odaya giriş kapısı, bir de şurada kapı var. Bu ne? O da misafir kapısı. Dışarıdan misafir kolayca gelsin diye, iki kapılı yapmış salonunu.
Akşamları yalnız başına yemek yemezmiş. Misafiri yok, ne yapsın? O zaman gidermiş han odalarından, işçilerden, şunlardan, bunlardan insanlar bulur, sofrasına onları da çağırır, öyle yermiş. Öyle cömert bir insan.
Bu hacı amcanın babasıyla bir başkası konuşmuşlar, görüşmüşler. Veda edip çıkmışlar. Tam kapıdan çıkarken, "Biraz gelir misin?" demiş, çağırmış. Bu hacı efendinin babasını değil de, ötekisini çağırmış. Bir şeyler konuşmuşlar ciddî ciddî, ondan sonra çıkmışlar. Yolda hacı efendinin babası arkadaşına sormuş:
"Müftü efendi çağırdığı zaman sana ne söyledi?"
"Canım aramızda hususi bir şey konuştuk. Sana ait bir şey değil, sorma..."
"Yok ille söyleyeceksin!
"Canım seni ilgilendirmez, husûsî bir mesele..."
"Allah aşkına söyle" falan diye ısrar etmiş.
Müftü efendi bana dedi ki:
"Bize işaret oldu, üç gün sonra âhirete göçeceğiz, âhirete göçme vaktimiz geldi. Seninle eskiden beri ahbaplığımız iyidir. Gel şuraya beraber gidelim!" dedi. Ben de, "Olur be müftü efendi..."dedim demiş.
Ahbap, arkadaş ya; kardeşliğin, arkadaşlığın bu derecesini nerede görmüş insan? "Pekâlâ olur beraber gidelim." demiş, üç gün sonra ikisi de ölmüşler. Adını da öğrenebilirim, yâni bir dahaki derse, adları neyin nesidir öğrenebilirim.
Allah-u Teàlâ Hazretleri, kardeşliklerimizi böyle candan eylesin. Allah yolunda çalışmalarımızı böyle samîmî eylesin. Tabii Allah bildirirse, bilir. Ama bildirmediğine göre, şu anda çalışacağız.
"Ya kıyamet koparsa hocam, ya kıyamet kopuverirse?"
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
"Elinde dikecek dalı olsa, yine onu dikmeye devam edecek insan."
Koparsa kopar, kıyametin sahibi Allah-u Teàlâ Hazretleri. Yâni gökten ne yağdı da yer kabul etmedi? Ecel kime geldi de, "Yok, ben şimdi gelmiyorum!" diyebildi? Vakti geldiği zaman, herkes gidecek.
Allah bize güzel bir hal ile hüsn-ü hâtime ile iman-ı kâmil ile âhirete göçmeyi nasib etsin... Nasıl olsa göçeceğiz. Hem mü'min olursak, daha güzel yere gideceğiz. Buraya dönüp kim bakar? Bu çamurlu diyarda kim kalmak ister? Cennetlik olduktan sonra; bu mihnetli diyarda, kavgalı, gürültülü insanların birbirlerini yok yere üzdüğü, ezdiği, diyarlara kim bakar?
Ama tabii, adam cehennemlikse, buraya sımsıkı sarılır. Dişleriyle burayı ısırır, yapışır, tırnaklarını geçirir; çünkü cehennem daha beter.
Onun için Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“Ed-dünyâ sicnül mü'mini ve cennetü'l kafir”
Dünya Müslümanın hapishanesidir. Dört taraflı demir parmaklı bir hapishane. Şuradan kurtulsam da rahata ersem... Ahirete gidince hürriyet, güzellik, cennet, cennet nimetleri, dostlar, ahbaplar... Orası güzel... Burası Müslümana göre parmaklıkların içinde, izbe, karanlık bir yer gibi.
“Ve cennetü'l kâfir.”
"Ama kâfirin cenneti..." Neden? Kâfir cehenneme düştüğü zaman dumanların arasında, irinlerin, kanların, kaynayan katranların içinde; islerin, pasların, akreplerin, yılanların, çıyanların azaplarının işkencelerinin arasında olacak. Tabii burası ona bir nimet olacak.
Üstü başı hırpâni yahudinin birisi, büyük âlimlerimizden birisinin atının üzengisine yapışmış. Demiş ki:
"Söyle bakalım; sizin Peygamberiniz demiş ki: 'Dünya Müslümanın zindanıdır, kâfirin cennetidir.' Benim şu halime bak; ben kâfirim, üstüm perişan, yoksulluk, sefalet her türlü şey var... Senin de şu haline bak; güzel bir atın üstüne binmişin, eğerin güzel, cübben güzel, sarığın güzel, malın var, mülkün var, konağın var... Burası size göre ne biçim zindan. Bize göre ne biçim cennet?.."
O zat da demiş ki:
"--Yâ kâfir! Bunlar Allah'ın bize buradaki nimetlerdir ama bunlar bir şey değil. Allah bize âhirette öyle nimetler verecek ki, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanın hatırına hayaline sığmayan nimetler verecek. Onların yanında burası zindan gibi... Size de Allah âhirette öyle büyük azaplar hazırladı ki, o azapların yanında burası size cennet gibi kalır."
Bakmış cevap doğru. Parmağını kaldırmış, kelime-i şehadet getirmiş, Müslüman olmuş. Başka çare yoktur.
Allah-u Teàlâ bizi şu dinimizin kadrini, kıymetini bilenlerden eylesin.
Bazı sözler var. Şurada onları da nakledivereyim. Diyorlar ki:
“Recebü literkil-cefâi”
Receb cevr-ü cefânın terki ayıdır. Günahların, cevrin, cefânın, ahlâksızlığın, huysuzluğun, edepsizliğin, dikkatsizliğin, gafletin, cehaletin terkedildiği aydır.
“Ve' şa'bânu lil ameli bil vefâ'”
Önümüzde Şa'ban ayı, Ramazanla aramızda bir ay daha var... O da, vefâkarlık ile güzel ameller işlemeye devam etmek ayıdır.
Demek ki Receb tevbe ayıymış. Demek ki halimizi düzelteceğiz, hak yola gireceğiz, üç aylar geldi, Allah'ın güzel mânevî mevsimi geldi. Demek ki cefâyı, cevri, günahı terk edeceğiz, amele başlayacağız. Ramazana kadar Şa'ban ayında devam edeceğiz.
"Ve ramadànü lis-sıdkı ves-safâ" Ramazan da sıdk u safâ ayıdır. Oradaki mânevî lezzetlerin tadı, şimdiden insanın burnunda tütüyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri sıhhat afiyetle eriştirsin de feyizyâb eylesin...
Bir başka söz de denmiş ki: "Recebün şehrüt-tevbeti"
Receb tevbe ayıdır.
"Veş-şa'bânu şehrül-muhabbeti" Şa'ban muhabbet ayıdır, sevgi ayıdır. "Ver-ramadànu şehrul kurbeti" Ramazan da kurbiyyet ayıdır, Allah'a yaklaşma ayıdır.
Bir başka söz, denmiş ki:
"Recebü şehrül-hürmeti"
Receb hürmet ayıdır. Allah'ın emirlerine dinine hürmet ayıdır. Kendisine çeki düzen verme, ceketini ilikleme, hazır ol vaziyetine gelme ayıdır.
"Şa'banu şehrül-hizmeti"
Şa'ban hizmet ayıdır. Haydi bakalım, koştur bakalım, haydi bakalım!.. İbadet, taat, hayır, hasenat yapma ayıdır.
"Ve ramadânü şehru'n-ni'meti" Ramazan da nimet ayıdır.
Bir başka sözde denmiş ki:
"Recebün şehrül ibadeti"
Receb ibadet ayıdır.
"Şa'bânü şehrüz-zihâdeti"
Şa'ban şu dünyaya sırtını döndürüp, âhirete zühd ü takvâ ile yönelme ayıdır.
"Ve ramadânü şehrüz-ziyâdeti" Ramazan da nimetlerin ziyadeleşme ayıdır.
Yine denmiş ki:
"Recebü şehrun yudaafullahu fîhil hasenât"
Receb bir aydır ki; bu ayda salih işler, ameller işleyen, hasenât yapanların ecirlerini Allah kat kat verir.
"Ve şa'bânu şehrun tükefferü fîhes-seyyiât"
Şa'ban ayında Allah kulları pâk eder, günahlardan temizler.
"Ve ramadânu şehrün yuntazaru fîhil kerâmât"
Ramazan da Allah'ın mânevî ikramlarının, mükâfatlarının beklendiği aydır. El açılıp da, bakalım rabbimiz ne lütuflar ihsan edecek diye beklendiği aydır.
"Recebü şehrüs-sâdıkîn"
Receb hak yolda koşuşanların, müsabaka edenlerin ayıdır.
"Şa'banu şehrül-muktasıdin"
Şa'ban muktasidler ayıdır. Yâni amellerini ölçülü, dengeli yapanların ayıdır.
"Ve ramazân şehrül âsin"
Ramazan âsilerin, mücrimlerin, yüzlerinin gülmüş olduğu aydır.
Allah-u Teàlâ Hazretleri, böyle bir mevsime bizi erdirdi. Sözü fazla uzatmayalım! Allah-u Teâlâ Hazretleri içimize feyiz versin... Kalbimize bir nur ihsan eylesin. Dimağımıza Kur'an'ın, imanın, dinin, ibadetin taatin lezzetini tattırsın. Lezzetini duyursun. Ve kendimize bir çeki düzen verip, şu güzel ayı vesile eyleyip, Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönmeyi cümlemize nasib eylesin...
Kendiniz böyle hak yola döndüğünüz gibi, kendinize çeki düzen verdiğiniz gibi, evde de bir değişiklik olsun, çoluk çocuğunuza karşı durumu anlatın:
"Hocaefendi söyledi. Güzel bir aya girmişiz, mevsim değişmiş. Haydi bakalım çocuklar abdest alın."
Biraz kesenin ağzını onlara da açın. Yâni ille bizim şuraya buraya verin demiyoruz. Kastımız, hayır yapın demek istiyoruz. Çocuğa verdiğin de hayırdır. İnsanın evine ailesine yaptığı hayırın sevabı yedi yüz mislidir. Hadis-i şerifte öyle geçiyor. Kesenin ağzını aç, çocuğa para ver o da rağbet etsin:
"Her kıldığın namaz için şu kadar para evlâdım... Al bakalım, takkeyi sana aldım... Al bak, sana yeni bir seccade aldım, pırıl pırıl... Bu senin özel seccaden... Al bak, sana şu tesbihi hediye getirdim. Bak güzel bir ay geldi, haydi oğlum, hiçbir vakti kaçırma." Akşam bir sorarsın: "Bu gün kaç defa gidebildin bakalım camiye? Hoca efendi ne söyledi?" diye çocuğu böyle alıştırırsın.
Benim rahmetli anam, Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin. Beni cuma gününde; temiz pak süslerdi giydirirdi. Giyinişim kıyafetim hoşuma giderdi. Ondan sonra da camiye gönderirdi. Gelince de sorardı:
"Hutbede hocaefendi ne söyledi?"
"İşte anne şunu söyledi, bunu söyledi."
"Aferin evladım, mâşâallah" filan.
Şimdi anlıyorum ne kurnazmış; yâni hem soruyor camiye gidip gitmediğimi anlıyor. Hem de, "Bir dahaki sefere annemden yine aferin alacağım!" diye hocaefendiyi can kulağıyla dinlettiriyor. Çünkü annesi eve gidince soracak veya babası soracak: "Ne oldu? Ne anlattı?" falan. Onu anlatınca, "Mâşâallah, aferin!" der, bir de mükâfat verirse...
Bizim fakültede ders yapıyorum geçen gün;
"Şunu yazın!"
"Hocam ne idi, bir daha söyleyin!"
"Şunu..."
Bir daha söylüyorum, bir daha söylüyorum... Dikkatleri fazla değil. Dedim ki:
"Şimdi bu iş bittikten sonra, bu bahis bittikten sonra, öteki bahiste bir şey söyleyeceğim, bir defa söyleyeceğim, ondan sonra söylemeyeceğim, kitabı kapatacağım! Ama mükâfat koyuyorum ortaya..." dedim.
Cüzdanı çıkarttım bir yüz lira, koydum masanın üzerine... Yâni şaka olsun diye. Dedim:
"Kim bunu bir defada anlayıp, hiç bir daha sormadan hafızasında tutup yazarsa, bu mükâfatı alacak!"
Koca sınıf, yüz yirmi kişilik sınıf... Bir şiir, dini bir beyit. Bir kere okudum, kitabı kapattım. Herkes bir şeyler yazdı ama herkes aklında tutamadı.
"--Hocam ben yazdım, ben yazdım!"
Baktım defterlerine:
"--Sen şu kelimeyi yanlış yazmışsın, sen şunu hatırlayamamışsın, şurası eksik, burası eksik..."
İki tane doğru yazan çıktı. Önceden de konuştuk. Pekiyi birden fazla insan bilince ne olacak? Mükâfatı bölüşecekler. İki kişi çıktı sınıftan, yüz lirayı elli, elli paylaştılar. Ama bir defaki sefere can kulağıyla dinlerler. Bir çaredir bu.
Bizim burada hoca kardeşlerimizden birisi anlatıyordu:
"Ben Kur'an-ı Kerim'in her sayfasını on liraya öğrendim. Babam her sayfayı ezberledikçe para verirdi." diyor. Öyle öyle hafız olmasına vesile oldu. Siz de çocuklara iltifatın kapısını açın! Kesenin ağzını açın! Zaten yapılan hayır yedi yüz misli.
Hanıma hediye alın, "Regaib gecesi münasebetiyle hediyemdir, hatun buyur!" deyin. Çocuklara hediye alın, onların gönüllerini okşayın. Hayra teşvik edin, namaza niyaza teşvik edin. "Haydi bakalım hatmi ne kadar günde bitireceksiniz? Başlayın bakalım bu gün!" deyin. "Bitirene şu kadar mükâfat!" deyin.
Yani bir politika güdün ki, bu çocuklar şerre gitmesinler, hayra gitsinler. Bu çocuklar sizin mezarda kemiklerinizi sızlatmasınlar da, size arkanızdan bizim şurada yaptığımız dualar gibi sevaplar göndersinler.
İyi yetiştirirsen sevap gönderir. Kötü yetiştirirsen ne olacak? Kemiklerini sızlatacak. Mezarda senin kemiklerini sızlatır. Çünkü Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
"Kulların yaptığı işler 'Senin evladın, torunun dünyada şöyle etti, böyle etti.' diye cuma günü analara, babalara, dedelere, ninelere arz olunur."
Hocalarımızın, babalarımızın, dedelerimizin ruhuna gidiyor. Bizim bu camide okuduğumuz, ibadet ettiğimiz, tesbih çektiğimiz onlara arz olunuyor. "Ve onlar, sizin yaptığınız hayırlı işlerden dolayı sevinirler ve nurları artar." Nasıl şimdi şu elektrik bir dalgalanıyor, bir azalıyor ışığı, bir çoğalıyor. Ben ona benzetiyorum. Bazen böyle ışık azalıyor, azalıyor, "Dur, eyvah, cereyan kesilecek..." falan diyorsun, sapsarı sararıyor. Ondan sonra tekrar bir canlanıyor. Bana onun gibi geliyor. Dedelerimizin, babalarımızın, analarımızın, ahirete göçmüşlerin kabirlerinde nurları artıyor. Bizim yaptığımız hayırlardan dolayı seviniyorlar ve nurları artıyor.
Aksine, aksi olduğu zamanlar üzülüyorlar, ezalanıyorlar. Onun için buyurdu ki Peygamber Efendimiz:
"Fettekullah, ve lâ tü'zû mevtâküm" Allah'dan korkup da geçmişlerinizi ezalandırmayın! buyuruyor.
Sen günah işleyince zararını sadece kendine mi sanıyorsun? O âhirete göçmüş olan anaların, babaların, nenelerin, dedelerin kemikleri sızlıyor, üzüntüye gark oluyorlar, ezalanıyorlar onlar.
Onun için, evlatlarımızın arkamızdan bizim kemiklerimizi sızlatmaması için, onların iyi yetişitirmesine bir politika tesbit edeceğiz, bir çare düşüneceğiz. Kesenin ağzını açacağız, hediyeydi, şuydu, buydu, tatlı muameleydi diye onları hak yola bağlayacağız. Onları Allah'ın iyi kulu haline getireceğiz. Yalnız başına olduğu zaman da namaz kılar hale getireceğiz. Dayak korkusundan, baba tazyikinden, ana takibinden ibadet etme durumundan, isteyerek, severek hak yola koşa koşa giden insanlar haline getirdik mi korkma!
Adapazarı'nda birisini gördük. Biz ikindiyi biraz geciktirmiştik, sanayi çarşısında bir namaz kıldık. Arkamızdan birkaç kişi daha geldi, cemaat oldular. Sonra tanıştık. Camiler tanışma yeridir. İbadetler muhabbete vesiledir. Arkasından pabucu alan kaçmasın, tanıyın birbirinizi. Derdini bilin, yardımcı olun. Tanışın, muhabbet edin, gidin, gelin…
Sorduk biz de, bu kanaatte olduğumuz için:
"Sen nerelisin?"
"Ben Karadenizliyim."
"Sen nerelisin?"
"Ben Erzurumluyum"
"Sen ne iş yaparsın?"
"Ben işte şu işi yaparım, ticaret için buraya gelmiştim, misafirim, gideceğim."
"Sen nesin?"
"İşte ben de genç bir çocuk, bir işim yok! Erzurum'dan buraya geldim."
"Kimsen var mı?.."
"Yok."
"Peki..."
Ayrıldık, gideceğiz. Merdivenden alt kata indik, biz arabamıza bindik. Baktım, çocuk boyacı sandığını koluna geçirdi, gidiyor. Boyacıymış. Erzurumlu çocuk, ayakkabı boyacısıymış. Yanımdaki arkadaşa, hacı beye dedim ki:
"Bak hacı! Bu çocuk Erzurumlu, burada hiç kimsesi yok, bu şehirde hiç kimsesi yok. Erzurum'dan buraya gelmiş, anası yok, babası yok, dayak korkusu yok, arayan yok, soran yok. Namazı kendiliğinden kılıyor! Bu çocuk kıymetli, sen bunu tanı, bunu işine al, bu sana iyi iş adamı olur." dedim.
O da gitti, çağırdı çocuğu, kendi adresini verdi. Keselerden paralar çıktı, çocukcağıza verildi.
Çocuk tarafından düşünecek olursak; çocuk Allah rızası için orada bir namaz kıldı, cebi kaç bin lira para gördü. Yâni o taraftan öyle. Ama ben o tarafını düşünmüyorum da, bu tarafını düşünüyorum.
Bizim evlatlarımız biz olmadığımız zaman, bizim kontrolümüzden uzak oldukları zaman, ibadette mi? Mühim olan o! Eğer biz olmadığımız zaman da cumayı kaçırmıyorsa, namazı kılıyorsa, ibadetine düşkünse, günahlardan sakınıyorsa, harama elini uzatmıyorsa, haylazlık, edepsizlik yapmıyorsa; tamam kazandınız, mübarek olsun...
Ama o duruma gelememişse; ona çalışın, onun tedavisi için diyar diyar dolaşın! Ne yapmak gerekiyorsa, onu yapın. Bu evlatları hayırlı yetiştirmeye çalışalım! Bu hanımların da yüzünü güldürmeye çalışalım, onlara da İslâm'ı güzelce öğretelim.
İnsan evine gidince çoluk çocuğuna bugünün, bu gecenin faziletini anlatır. Zaten bu gece katmerli, feyizli bir gecedir onu da belirteyim. Katmeri, feyzi vardır. Çünkü bu gece cuma gecesidir. Perşembeyi cumaya bağlayan gece cuma gecesidir. Bu gece hadis-i şeriflerde övülmüştür, kıymetli nurlu bir gecedir. Gecesi nurludur gündüzu nurludur. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi ailece; analarla, babalarla, hanımlarla, evlatlarla yolunda daim eylesin. Zikrinde kâim eylesin. İki cihanın hayrına cümleten nâil eylesin. Allah cümlenizden razı olsun.