Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi’l âlemîne hakka hamdihî ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîn.
Emma ba’d:
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Âlemleri yaratan, yerin, göğün Hâlik’ı, canlıları canlandıran, yaşatan, besleyen, rızıklarını veren, kâinatın saat gibi inceden inceye bütün nizamını tıkır tıkır çalıştıran, Ay’ı, Güneş’i, yıldızları belirli dakikalarla saniyelerle döndüren, eşsiz emsalsiz sanat eseri mahlûkatı yaratan, her birisi ayrı birer sanat harikası olan mahlûkatı yaratan Rabbimiz, mü’min ve müttakî kulları için cenneti hazırlamış.
Mü’min, “iman etmiş olan” demek. Hz. Âdem, ilk insan ve ilk peygamber. Bu insan cinsinin babası, ebü’l-beşer, peygamber. İlk insanla beraber Allah’ın varlığı, birliği, esmâsı, esmâ-i hüsnâsı, sıfat-ı ulyâsı hakkında insanlara bilgiler verildiği halde raydan çıkmışlar, yoldan çıkmışlar. Babaları mü’min olduğu halde evlatların bir kısmı kâfir olmuş. Bir kısmı, peygamberler kendilerine mucizeler gösterdiği, olağanüstü delillerle gerçekleri anlattığı halde ve bunları gözleri ile gördükleri halde kâfir olmuşlar.
Musa aleyhisselam’ın kavminin buzağı yapıp da tapmaya kalkması o kadar acayip ki. Onunla beraber mücadele verip, ondan sonra deryayı geçip, Firavun’dan kurtulup, Firavun’un gözleri önünde gark olduğunu görüp Musa aleyhisselam’ın nice nice mucizelerini görüp de ondan sonra buzağı yapmaya kalkışması bu işi gösteriyor. Bildikleri halde bazı insanlar kanıyorlar ve kâfir oluyorlar. İnkâr ediyorlar, gerçekleri görmüyorlar, gösterildiği halde gözlerini kapatıyorlar gibi. Bu çok acayip bir olay, ilginç bir olay, hayret edilecek bir olay.
Kâfirlik hayret edilecek bir olay. Kâfirlik aslında hiç mantıklı, akıllı bir şey değil! Akıllı, mantıklı bir insanın kabul edeceği bir şey değil. Bir mantıka dayanmıyor, bir muhakemeye dayanmıyor; aksine muhakemesizliğe, vurdumduymazlığa dayanıyor. Çünkü kâinatta aklı mantığı kullandığın zaman, ilme irfana sarıldığın zaman her şey Allah’ın varlığını gösteriyor. Her şey Allah’ın varlığına delil.
Teemmel sutûra’l-kâinâti fe-innehâ mine’l melei’l-â’lâ ileyke ve sâilüh.
Şu kâinatı bir sayfa gibi, bir kitap gibi, bir muazzam yazı gibi benzetmeyle düşünürsek bu sayfanın üzerindeki satırları, yazıları okursan görürsün ki bunların hepsi Allah’tan sana mektup. Bunlar Allah’ın varlığını, birliğini gösteren delil.
Nasıl oluyor da bir çekirdekten koca ağaç oluyor, nasıl oluyor da meyve veriyor? Şu mahlûklar nasıl oluyor da bir küçük tohumdan hep aynı şekilde o cinsten mahlûklar oluyor? Adamın bir koyunu var kuzuluyor, ondan sonra devam ediyor, hep kuzu, hep kuzu, hep kuzu… Allah-u Ekber! Nasıl oluyor?
Her şey ne kadar güzel! Bu meyvelere bu kadar güzel renkler, bu kadar güzel tatlar, kokular nereden geliyor? Hep aynı. Nasıl oluyor? İntizamlı. Hep aynı olması, tesadüfî olmadığını gösteriyor.
İnsan elmaya baksa Allah’ın varlığını anlar. Güle baksa, sümbüle baksa Allah’ın varlığını kavrar.
Allah yoksa bunları kim yapıyor? Nasıl bu kadar muntazam oluyor?
Muntazam olduğuna göre Allah’ın varlığı hemen anlaşılıyor. Bir yerde muntazam muntazam çizgiler, muntazam muntazam bir şeyler görseniz ne dersiniz?
“Bunları kesin birisi yapmış.” dersiniz. Onun için inkâr, akla mantığa dayanmıyor, muhakemeye dayanmıyor. Aksine, aklı mantığı durdurduktan ve doludizgin şuursuzca gittikten sonra kâfirlik oluyor. Ama oluyor. Bu kâfirliğin neden oluştuğunu hayret edilecek bir şekilde incelememiz lazım.
“Allah Allah! Bu kadar herşey ortadayken nereden de çıkıyor bu kâfirlik!” dememiz lazım aslında; bu acayip hastalığı incelememiz lazım.
İnsanların bir kısmı kâfir oluyor, Allah’ın varlığını göremiyor. Kâinatın düzenini, düzenleyen düzenleyiciyi anlayamıyor. Her şeye hareketini veren muharrik-i evvel’i; ilk sebebi, mebdei anlayamıyor. Bunların hepsi filozofların konuştuğu bir şey. Bunu sadece müslüman filozoflar da söylemiş değil. Avrupa’nın meşhur filozofları; bunlar üzerinde yazılar yazmışlar, kitaplar yazmışlar. Onlar da söylüyor.
Descartes diyor ki;
“Düşünüyorum, o halde varım!”
Varlık meselesi üzerinde, varlığın menşei, bu kâinattaki düzenin düzenleyicisi üzerine herkes düşünmüş.
Kâfirlik akıllı, mantıklı, doğru düzgün bir yol değil. Oluşuyor, oluyor. Allah isteseydi olmazdı. Bu kâinatı bu kadar düzenli yaratan Allah isteseydi Ay’ın ve Güneş’in muntazam hareketleri gibi insanları da muntazam hareket ettirirdi. İsteseydi her şey Güneş gibi Ay gibi muntazam çalışırdı, saat gibi çalışırdı, herşey atom gibi çalışırdı.
Ama bu derbederliği insanoğlu ortaya koyuyor.
Neden?
Allah-u Teâlâ hazretleri insanoğluna bir hürriyet vermiş; “Ey kulum, ben seni yarattım, hürsün, nasıl istersen öyle yap.” demiş.
İstediğini yapıyor, istediği yolu tutturuyor. Hidayet yolunu tutturabilir, küfür yolunu tutturabilir. Kimisi hidayet yolunu tutturuyor kimisi küfür yolunu tutturuyor. Çünkü iki yol da var. Küfür yolunun da teşvikçileri, mürevviçleri; oraya revaç vermeye, onu savunmaya, oraya insanları çekmeye çalışan sahipleri var. Küfrün de sahibi var, dalâletin de sahibi var. Onun da reklamı var, onun da çalışması var.
Şu dünya hayatı bir garip sahne. Herkes bir şey yapıyor. Kimisi o tarafta, kimisi bu tarafta. İbret almak lazım. Ama ibret almaktan öteye doğruyu bulup doğru yolda da gitmek lazım.
Mü’minlik; Allah’a iman etmek, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine, öldükten sonra dirilmeye inanmak. Çok güzel toplamışlar bizim alimlerimiz.
İnanmak nedir?
Bunu Kur’ân-ı Kerîm’i okuyarak, tekrar tekrar inceleyerek, bir âyetin üzerinde günlerce tefekkür eyleyerek çok büyük, çok yetenekli, çok bilgili alimler öyle ortaya koymuş. Bir kelimesini yerinden oynatamazsın, her şey yerli yerinde; sapasağlam tarif edilmiş.
İslâm dini çok sağlam bir bina. Bir sağlam makine gibi...
“Canım, bu makinenin içinde şu parçanın eğri olmasına ne lüzum var?”
“Dur, onu bir mühendis yaptı. Onun eğri olmasının sebebi vardır!”
“Canım, şu metal çubuk dümdüz olsaydı ya; niye dümdüz olmamış?”
Dümdüz olsa olmaz; onun bir sebebi vardır. Onun kıvrımının sebebi vardır, köşesinin sebebi vardır, yassılığının sebebi vardır, inceliğinin sebebi vardır.
İnsan vücudu da öyle.
“Canım, bu kemikler niye böyle?”
Hiç dümdüz bir kemik görmüyoruz. Hepsi yuvarlak, hepsi girintili çıkıntılı, delikli.
Ben hayret ediyorum; insan bir kemiğe baktığı zaman Allah’ın varlığını anlar. Kemiğin başı kalın, ortası ince, içinde ilik var, bir yerlerinde delikler var, oralardan sinirler geçiyor, buralardan ilik geçiyor, şuralara kaslar bağlanıyor…
Nizama bak, sisteme bak, düzene bak Allahu ekber! Bunların hepsinin yapılışta yeri belli.
Bir evin yapılışına bakıyorum; adam nasıl kazıyor, tuğlayı nasıl koyuyor, nereyi boş bırakıyor.
Neden?
Çünkü önceden onun ne olacağı belli olduğundan orası kapı olduğundan oraya tuğla koymuyor, burası pencere olacak. Her şey düşünülmüş.
İnsan kemiğinin de öyle; her girintisinin çıkıntısının sebebi var; doktorlar bu kemiklerin adını bilir. Kafatasının girintisini, çıkıntısını, nerelerden kenetlendiğini, hepsini ezbere bilirler. Kestiği zaman karşısına kaç tabaka çıkacak, nerede ne olacak? Çünkü çok güzel bir sistem.
İşte bu kâinattaki, bu vücuttaki, bu çevredeki, bu olaylardaki düzenin yaratanı Allah. Buna inanmak lazım, bunu bulmak lazım. Bunu bulamayan bir insan ne sebepten bulamıyorsa çok yazık oluyor. Tabi bazı sebepler var.
Küfre kayan insanların küfre kayış sebebi ne?
Hayatındaki acı olaylardan yanlış bir yol tutturuyor veyahut çalışmak ağır geliyor, ustasından hocasından azar işitiyor, tahsili çalışmayı bırakıyor; bedavadan kazanmanın yollarını arıyor. İnsanların bu yanlış yollara gidiş sebepleri var.
Bizim ve bütün insanların bunları serinkanlılıkla düşünüp, doğruyu bulması lazım. Allah’ın varlığında şek şüphe yok. Masonlar bile “kâinatın ulu mimarı” diyor, herkes kabul ediyor. Kabul etmeyen de var. “Ateist” diyoruz. Teo “tanrı” demek, ateist; “tanrı tanımazlık.” Tanrıyı kabul etmiyor.
Peki, kabul etmiyorsun da bu düzen nasıl olmuş?
Onlar da onun cevabını veremiyorlar.
Tamam, Allah’ın varlığını büyük ekseriyet kabul ediyor. Fakat büyük bir ekseriyet de Allah’ın varlığını kabul ettikten sonraki noktalarda, her adımda sapır sapır dökülen dökülüyor. Bu tehlikeli bir yol, ince bir yol, yüksek bir yol. Bu yüksek yolda yürürken yamulanlar, sendeleyenler aşağıya gidiyor.
Yol ince olduğundan, girintisi çıkıntısı olduğundan, hassasiyeti olduğundan, bir takım şeyleri insanların iyi bilmesi gerekiyor.
Sen dağ yolunda dümdüz gider misin? Şehirde dümdüz bir cadde yapmışlar, bir ucundan öbür tarafa on kilometre düz bir yol. Hadi bakalım dağda dümdüz git. Gidemezsin, neden?
“Hocam, burası uçurum, burada dağ var, burada nehir var. Onun için şöyle kıvrılacaksın, şöyle gideceksin, usulüyle şöyle geçeceksin.”
İşte hayatın da, dinin de, imanın da incelikleri, kıvrıntıları var. O incelikleri bilemeyen, virajda dümdüz gitmeye kalktı mı uçurumdan yuvarlanıyor. Boğaziçi’nde dümdüz gitti mi Emirgan’ın sularının içinde arabasıyla beraber kaybolup gidiyor.
Bunların hepsini, filozofların sözlerini çok okuduk muhterem kardeşlerim! Descartes’ı, Kant’ı, Aristo’yu, Eflatun’u, neoplatonizmi, Konfüçyüs’ü... Hepsini okuduk. Dinler hakkında dinler tarihi dersleri var. Dinleri inceledik; kültürleri, medeniyetleri, milletleri inceledik. Bunların sonucu var.
Ama Peygamber Efendimiz diyor ki;
“İslâm, Hz. Âdem’den beridir, o zamandan beri...”
النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُوا
En-nebiyyûne’llezîne eslemû.
Tâ eski zamanlardan beri İslâm dini üzere yaşamış peygamberler diyor. Yeni bir din ihdas etmiyor ki “Muhammed’in dini” demiyor ki.
فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا
Fe’ttebi‘û millete İbrahîme hanîfâ.
İbrahim’in dosdoğru olan, hakka meyyal, bâtıldan uzak, sapasağlam samimi dinine tâbi olduğunu söylüyor.
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ
Mâ kâne İbrahîmü yehûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve-lâkin kâne hanîfen müslimâ.
“İbrahim müslümandı.” diyor Allah.
İslâm dini Peygamber Efendimiz’le ortaya konulmuş bir din değil. Onu açıkça söylüyor.
Ne kadar güzel! Bunu anlayan insan hayran olur. İbrahim aleyhisselam’ın hak peygamber olduğunu, onun da müslüman olduğunu söylüyor. Musa aleyhisselam’ın da müslüman olduğunu, İsa aleyhisselam’ın da müslüman olduğunu söylüyor. O kadar güzel ki dinimiz! Bakmayın garibanların boynu bükük olduğuna.
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.
Mücevher çamura düşse kıymeti düşer mi?
Düşmez. Pırlanta yüzük yine pırlantadır, isterse çamura düşsün.
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.
Şu anda şaşaalı, saltanatlı, izzetli, kıymetli değiliz. Ama bir zamanlar öyle idik. Bir zamanlar Kanuni devrinde muhteşemdik. Şu anda “Şu müslümanlar mı?” diyorlar.
O zamanda Kanuni devrinde herkes bize bakıyordu; İstanbul moda merkeziydi, Roma İstanbul’u takip ediyordu; giyim kuşam oraya tesir ediyordu. Şu anda diyorlar ki; “İşte müslümanlar Hindistan’da, Pakistan’da.”
Şu anda müslümanlar biraz mağdursa, mazlumsa; yere düşmüş bir cevher. Bunu gençler bilsinler!
Zaten dünyanın her bilinçli insanı, ilim adamı İslâm’a geliyor. Bunun en açık misallerinden biri, bugün de en açık misali ne?
Fransız filozofu, Roger Graudy. Filozof. Adam filozof sıfatını kazanmış. Filozofer.
Filozof adını nasıl kazanıyor insan?
Onu on beş, yirmi dolar vererek çarşıdan pazardan elbise alır gibi almak mümkün değil. O bir ömür boyu yapılan çalışmalarla, yazılan yazılarla ortaya çıkıyor. Adam filozof. “Asrın filozofu” diyorlar. “Komunizmin bütün fikriyatı kaybolsa bu adam eline kalemi alır, yeniden yazar.” diyorlar. Derya gibi adam.
Derya gibi adam, ne oluyor sonra?
Müslüman oluyor.
Bu neyi gösteriyor?
İslâm’ın hak din olduğunu gösteriyor. Profesör Moris Bükey, Morice Bucaille. Fransız İlimler Akademesi’nden unvan almış bir insan, müslüman oluyor. Amerikalı filanca senatör -adını hatırımda tutamadım- müslüman oluyor.
Bunlar bir şeyi gösteriyor:
“İslâm’ın bilime sahip olduğunu, bilimsel yanda olduğunu, akıl mantık yanında olduğunu gösteriyor. Aklını, mantığını kullanabilenlerin her ülkeden İslâm’a geldiğini gösteriyor.”
Burada da konuştuğumuz bazı kimseler; “sizin dininiz doğru” diyorlar. Bir kısmı demiyor, neden?
Biz elhamdülillah, mü’min olarak doğru yoldayız, cennet yolundayız. Allah mü’minlere, müttakilere cenneti hazırlamış biz mü’miniz. Ama dikkat edilirse; mü’minlerin müttaki olanlarına cennet var.
وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Ve-cennetin arduhe’s-semavâti ve’l-ardu uiddet li’l-müttakîn.
Müttaki sıfatı önemli.
Müttaki ne demek?
“Haramlardan, günahlardan, Allah’ın rızasına aykırı işleri yapmaktan, cehenneme düşmekten sakınan kul” demek.
Sakınacak, ayağını denk alacak, ihtiyatlı olacak, düşünceli olacak; Allah’ın rızasını kaybetmemeye çalışacak. Müttakilik önemli. Elhamdülillah hepimiz mü’miniz.
Tabi bazı insanlar bazı yerlerde imanını kaybediyor.
Müttaki olacak.
Uiddet li’l-müttakîn. “Cennet müttakilere hazırlanmıştır.”
Mü’min olacağız, müttaki müslüman olacağız.
Peki, müttaki müslüman olmazsak ne olur?
"Ben müttaki müslüman olamadım." Sakınmazsan sakınan, çekinen, korunan, cehenneme düşmekten uzak duran bir insan olmazsan ne olur?
Cehenneme düşersin. Uçurumun kenarında yürürken etrafa, havaya bakarsan, ağzını açarsan uçuruma yuvarlanırsın. Önüne bak demedim mi sana? Dikkat et demedim mi? “Yol tehlikeli” demedim mi? Paldır küldür uçurumun aşağısında bulursun kendini.
Neden? Nasıl oldu bu iş?
Ayağına dikkat etmedin, bastığın yola dikkat etmedin, yol ince idi, yolun inceliğini öğrenmedin. Müttaki olmazsa, müttaki olmadığı kadar cezasını çeker. Müttaki olmadığının cezasını çeker.
Allah-u Teâlâ hazretleri "Ey kullarım, ben size peygamber göndermedim mi? Ben size kitap indirmedim mi? Ben size cehennemin olduğunu, bazı insanların şöyle şöyle yaparlarsa cehenneme gireceğini daha önceden söylemedim mi?” der.
Polis bir adamı çeviriyor; “Gel bakalım, ver ehliyeti, ruhsatnameyi.”
“Ne oldu?”
“Bu yol tek yönlü yol, sen buradan buraya ters girdin. Görmedin mi levhayı? Buraya girilmez levhası vardı, wrong way yazıyordu. Sen niye bu yola girdin? Yanlış yol. Ver bakalım cezayı!” der.
Neden?
Nizam konulmuş, önceden belirtilmiş, levha da konulmuş, yazı da yazılmış.
Yaparsam ne olur?
Yaparsan kaza olur, önce sen zarar görürsün. İslâm’ın bütün emirleri insanların lehinedir, menfaatinedir, hepsi güzeldir. İslâm’ın emirlerinin hepsinin faydası vardır, yasaklarının hepsi yerli yerincedir, ibadetlerin hepsi güzeldir, hepsi harikadır, tadına doyum olmaz. İslâm’ın tüm emirleri güzeldir.
Allah-u Teâlâ hazretleri bizi imandan ayırmasın. Bizden doğan çocuklarımızı, evlatlarımızı imandan ayırmasın. İmandan sonra küfre ayaklarını kaydırmasın. Doğru yolda giderken eğri yola saptırmasın, uçuruma yuvarlatmasın. Sevdiği kullar zümresindeyken o zümreden ayrılıp da, sevmediği kulların zümresine geçenlerden eylemesin. Hayatı rızasına uygun yaşayıp huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasip etsin.
Çok güzel bir söz var:
“Çağımız buhranda, kurtuluş İslâm’da.” Bunları gençler büyük harflerle duvarlara yazarlardı.
Kurtuluş İslâm’da! Bu sadece Türkiye’nin kurtuluşu da değil; kâinatın, âlemin, ulusların kurtuluşu da İslâm’da.
Kâinatın nizamının prospektüsü; kullanma talimnamesi İslâm’dır. Bu kâinatta güzel yaşamak için onu bilmek lazım. Hastalıkların reçetesi, İslâm’dır. Hastalıklardan kurtulmak için bu reçeteyi okuyup, bu ilaçları kullanmak lazım. Kullanınca geçer. Allah İslâm’ın kıymetini bilmeyi, müttaki müslüman olmayı nasip etsin.
Bi-hürmeti esmâihi'l hüsnâ ve habîbi müctebâ ve bi- hürmeti esrârı's-sureti’l-Fâtiha.