Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in âdetleri, yaptığı dualar, sîreti, şemaili ile ilgili hadîs-i şeriflerden Râmûzü'l e-hâdîs kitabının Peygamber Efendimiz'e ait hadîsleri topladığı son kısmından okuyacağız. İzahına geçeceğiz inşallah.
كَانَ إِذَا رَأَى الْـمَطَرَ قَالَ: اللّٰهُمَّ صَيِّبًا نَافِعًا. خ عَنْ عَايِشَةَ.
Kâne izâ rae’l-hilâle kâle; Allahu ekberu Allahu ekberu Elhamdülillahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi. Allahümme innî es'elüke min hayri hâze'ş-şehri ve e’ûzübike min şerri’l-kaderi ve min şerri yevmi’l-mahşeri.
Peygamber Efendimiz new hilâli -yeni hilali- gördüğü zaman derdi ki;
Allahu ekber Allahu ekber elhamdülillah lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh. Allahümme innî es'elüke min hayri hâze'ş-şehri ve e’ûzübike min şerri’l-kaderi ve min şerri yevmi’l-mahşeri.
Ne dermiş?
Allahu ekber, Allahu ekber tekbir getirirmiş. Allahu ekber, Allahu ekber. Yeni hilâli gördü -bizde bakarsak görürsek tekbir getirelim- Allahu ekber, Allahu ekber elhamdûlillah. Allah’a hamd edermiş.
Hamd ne demek?
Elhamdûlillah.
Hamd olsun Allah’a ne demek?
Şükür manasına gelir. "Şükür olsun Allah’a" demek olabilir. Ama şükür olsa da olmasa da her zaman Allah’a hamd vardır. Hamdın asıl manası övgü demek.
Elhamdûlillah; bütün övgüler Allahadır demek. Çünkü herşeyi güzeldir Allah’ın. Neylerse güzel eyler Rabbimiz. Onun için elhamdûlillah. Bütün medihler, bütün meth-ü senalar Allah’ındır.
"Ben bazen başka şeyi meth ediyorum." "Neyi meth ediyorsun mesela?"
"Vay be şu güle bak. Ne kadar güzel ya. Sizin bahçedeki güle bayılırım. Çok güzel ağaç."
"Sen şimdi Allah’ı övdün. Çünkü o gülü yaratan Allah."
"Şunun kokusuna bak! Ne güzel ya."
"Bak Allah’ı övdün yine. Çünkü ona o kokuyu veren Allah."
"Bak bu mango ne kadar güzelmiş ha!" "Yine Allah'ı övdün. O mangoya o tadı veren ağaçtan mangoyu bitiren Allah."
"Bugün hava çok güzel."
"Günümü meth ettin. Allah’ı meth ettin. Çünkü bu günü güzel yapan Allah." Herşey, bütün hamdler, övgüler Allah’a gider. Neyi seversen bil ki onu yaratan Allah. Yapan Allah elhamdûlillah.
Lâ havle velâ kuvvete illâ billah. "Allah’tan başkasının hiç birinin gücü kuvveti yoktur. Bütün güç kuvvet Allah’ındır. Allah ne derse öyle olur." Ama bazı kimselere de şunu yapabilirsin diye güç vermişse, onun müsaadesi kadar, müsaade ettiği zaman bir miktar o işi yapabilir. Yeter artık dediği zaman yapamaz. Vermiyorum artık, bitti dediği zaman biter.
Güç, kuvvet kimindir?
Allah’ındır. Dilediğine verir, dilediği kadar verir, dilediği zaman kullanır o kişi. Ondan sonra ondan da alabilir.
Şimdi ben turpu sıktım mıyı suyunu çıkartıyorum. Ellerimde kuvvet var. Demek Allah kuvvetinden sana biraz kuvvet vermiş. Onu alırsa yapamazsın, elini uzatamazsın. Parmaklarınını kapayamazsın.
"Kapat bakalım parmaklarını." "Kapanmıyor."
"Niye?"
"Felç."
Parmakları felç olmuş. Allah aldı mı hiçbir şey yapamaz insan. Her şey Allahtan.
Lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah derdi. Bu Lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah sözü imanın en önemli cümlelerinden biridir. Bir cümle nedir?
Lâ ilahe illâllah. Çok önemlidir bu!. Allah vardır ve birdir. Şerîki ve nazîri yoktur. Allah is alone. Allah is one.
Başka ne diyebiliriz?
Only one. Bir tek, Allah birdir. Bu; bir.
Lâ ilahe illâllah dedi mi insan tamam mümin olur. Muhammedun Resûlullah demek şartıyla.
Lâ ilahe illâllah cümlesi, lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah cümlesine bağlıdır. Çünkü lâ ilahe illâllah der de Muhammedun Resûlullah'a, onu bağlamazsa lâ ilahe illâllah’ı tam iyi bilemez.
"Ben bir tanrıya tapıyorum."
"Söyle bakalım hangi tanrıya tapıyorsun? Kime tapıyorsun?
Tanrıya inanması da yetmiyor. Bir tanrıya tapması da yetmiyor. Kime tapıyor?
Bir söz, lâ ilâhe illallâh sözüdür. Çok önemlidir! Bunun tercümesi; ancak Alah var. Allah'tan başka tanrı yok demek. Başka ne varsa tahtadan üstünü çizeceksin. Bir tek Allah var. Bu iman tamam ama yarım. Söz tamam da arkasını söyle bakalım. Lâ ilâhe illâllah Muhammedun Resûlullah.
Niye söylüyoruz hocam arkasını?
Çünkü Allah’ın nasıl olduğunu doğru anlamak için Muhammed aleyhisselamın öğrettiklerini bilmek zorundasın. Onun için lâ ilâhe illallâh diyeceksin; bir. Muhammedun Resûlullah diyeceksin; iki.
Bu ikisi aynı şey. Beraber, ayrılmaz. Ayrıldığı zaman lâ ilâhe illallah’ı anlayamaz insan. Anlaması için Muhammedun Resûlullah diyecek. Muhammed aleyhisselama bağlanacak ki anlasın. Onun açıklaması var. Lâ ilâhe illallah öyle kolay açıklanacak bir şey değil.
Bir söz daha var:
Lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah.
O da işte ârif müslümanım imanıdır. "Güç, kuvvet Allah’ındır."
Müslüman bir Allah’tan korkar, başka bir şeyden korkmaz.
İbrahim aleyhisselam korktu mu?
Korkmadı.
Neden?
Lâ havle ve-lâ kuvvete illa billâh ta ondan.
Musa aleyhisselama Allahu Teâlâ hazretleri dedi ki:
"Git o Firavuna söyle! Nasihat et! O, tanrılık davasından vazgeçsin. Kendisine insanları taptırtmasın, kafaları bozmasın, yalan söylemesin, sana tabi olsun. Allahın varlığını birliğini kabul etsin. Git söyle ona."
Musa aleyhisselam dedi ki;
"Ya Rabbi! Ben korkuyorum. Ben oraya gidersem, orada ben bir kavgaya karışmıştım da bir yumruk atmıştım birisi ölmüştü. Ondan beni suçlu diye yakalarlar, öldürürler diye korkuyorum."
Kavgada birisine vurmuştu.
فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ
Fe-vekezehû mûsâ fe-kadâ aleyhi. [Kasas Suresi 15. Ayet]
Bir yumruk attı, ölümüne sebep oldu. Öldürmek istememişti ama kavgaya birisi çağırdı onu. Yardım edeyim derken kavgada bir vurdu, öldü adam. Başı, taşa mı çarptı ne olduysa yere düştü. Veya yumruk kuvvetli geldi nasıl olduysa beyin sarsıntısı bir şey. Öldü. Öldürmek istemiyordu. Sadece yumruk vurmak istiyordu ama öldü adam. Ona çok üzüldü.
Dedi ki: "Ya Rabbi şimdi ben gidersem beni bu suçtan yakalarlar."
Dedi ki: "Korkmayın ben sizin yanınızdayım. Harun ile gidin Allah’ın emirlerini firavuna söyleyin."
إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى
İnnenî me’akümâ esme’u ve erâ. [Tâ-Hâ Suresi 46. Ayet]
"Ben sizinle beraberim. Ben biliyorum, her şeyi görüyorum, korkmayın." dedi. Musa aleyhisselam bir sefer daha korktu. Firavun dedi ki:
"Sen sihir yapıyorsun. Bende sihirbazlarımı çağıracağım. Birgün tayin edelim, o günde herkes toplansın yarışma olsun."
"Olur." dedi.
Bayram günü herkesin süslendiği püslendiği günde.
وَأَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Ve en yuhşera’n-nâsü duhâ. [Tâ-Hâ Suresi 59. Ayet]
"Sabahleyin erkenden herkes meydanda toplansın." Toplandılar. Firavunda en iyi sihirbazları getirtti, çağırdı. Bütün ahaliye haber saldı, ilan yaptı. En maharetli, en mahir sihirbazları çağırdı. "Gelin." dedi, geldiler.
Dediler ki:
"Ey hükümdar! Biz bu adamları yenersek bize bir şey var mı? Mükâfat ne?"
Pazarlık yapıyorlar. Önceden, iş olmadan evvel.
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Kâle ne’am ve inneküm le-mine’l-mukarrabîn. [A’râf Suresi 114. Ayet]
"Siz o zaman benim yakın adamlarımın arasına alınacaksınız." Size yüksek rütbeler vereceğim. Sarayda görev vereceğim filan dedi sihirbazlara. Sihirbazlarla, Musa ve Harun aleyhisselam sabahleyin öğleden önce bayram günü meydanda toplandılar. Onlar böyle sihir aletlerini, edevatlarını yanlarında getirmişler. Böyle ağlar filan nelerse sihir yapacak şeyler getirmişlerdi. Musa aleyhisselam'da Şuayb aleyhisselam'ın kayınpederinin kendisine verdiği bu asasıyla, Harun isimli kardeşiyle meydana geldi.
Asâsına dayandı duruyor. Sihirbazların herbirisi sihirler yaptılar. Oooo. Musa aleyhisselam korktu. Şimdi ne olacak? Ben sihir filan bilmiyorum. Adamlar muazzam sihirler yaptılar.
وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ
Ve’s-terhebûhüm ve câû bi-sihrin azîm. [A’râf Suresi 116. Ayet]
Muazzam sihir gösterisi yaptılar. Herkes büyülendi, şaşırdı, gözleri faltaşı gibi açıldı. Musa aleyhisselamda kendisi korktu.
فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُوسَى
Fe-evcese fî nefsihî ḣîfeten mûsâ. [Tâ-Hâ Suresi 67. Ayet]
Musa aleyhisselam içinden yüreği cız etti. Eyvah şimdi ne olacak. Bu adamlar muazzam sihir gösterileri yaptılar. Millet bunların sihirlerine tutuldu filan. Şimdi ne olacak dedi. Kendinden içinden yüreği cız etti ve korktu Musa aleyhisselam.
Allahu Teâlâ hazretleri dedi ki;
"Ya Musa! Korkma! Elindeki asâyı at bakalım yere."
Elindeki asâyı yere attı Musa aleyhisselam. Asâ, ejderha gibi bütün onların sihir malzemelerinin hepsini yuttu. Sihirbazlar böyle baktılar. Bu olağanüstü bir şey ya Allah Allah. Her şey gitti. Bu sefer sihirbazlarda şafak attı. Dehşete düştüler ve secdeye kapandılar. Baktılar ki bu olağanüstü bir şey. İlahi bir olay bu. Kendilerinin her şeyi gitti. Secdeye kapandılar ve dediler ki;
ءَامَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى
Âmennâ bi-rabbi hârûne ve mûsâ. [Tâ-Hâ Suresi 70. Ayet]
"Musa’nın Harun’un söylediği âlemlerin Rabbi Allah’a biz de iman ettik." Tamam dediler. Firavun onları, Musa ile Harun aleyhimesselamı yensin diye çağırmıştı. Onlar böyle secde edip, secdeye kapanıp "iman ettik" deyince tüyleri diken diken oldu. Muazzam bir sahne. Firavun kalktı ne yapacağını şaşırdı. Dedi ki;
"Sizin en büyük sihirbazınız size sihri öğreten bu. Siz, bana bir oyun düzenlediniz. Benim iznim olmadan iman ettiniz Musa aleyhisselama. O zaman bende size gösteririm. Sizi, hurma ağaçlarına asacağım. Ayaklarınızı, ellerinizi çaprazlama keseceğim size işkence edeceğim." dedi.
Müthiş gazaplandı, kızdı, bağırdı, çağırdı filan.
Dediler ki;
"Ne yaparsan yap korkmuyoruz. Biz Rabbimize iman ettik. Burada ne hükmedersen edersin. Ne azap edersen edersin. Ama burada edersin, ahrette bir şey yapamazsın."
فَاقْضِ مَا أَنْتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Fakdi mâ ente kâdin innemâ takdî hâżihi’l-hayâte’d-dünyâ. [Tâ-Hâ Suresi 72. Ayet]
"Ne hükmedersen, ne karar verirsen, ne ceza verirsen ver, yapacağın buradadır. Ölürsek ölürüz. Aldırmıyoruz." dediler. Gerçekten inananlar için.
Evet lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah. Onu açıklamak için söylüyorum. "Güç kuvvet Allah’tadır."
Tabi düşünün ki koca bir devletin başkanı ve kendisine insanların tapındığı bir tanrı kral. "Tanrı de" diyor kendisine. Tanrı kral. Altınlar, gümüşler, ehramlar, ordular şaşaa, debdebe, tantana...
Ooo şimdi bunlarla başa çıkılır mı?
Çıkılmaz.
Çıkılmaz gibi görünüyor ama lâ havle velâ kuvvete illâ billah. "Güç kuvvet Allah'ta."
"Bu daha kuvvetli görünüyor."
"Hayır. Güç kuvvet Allah'ta. Sen sonuca bak."
Sonuçta ne oldu?
Firavun ve ordusu denizde gark edildi, boğduruldu Allah tarafından. Onlar helâk oldular.
O masumlar bu masumlar ne oldu?
Kurtuldular.
Demek ki; lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah. Allah’tan başka güç kuvvet yokmuş. Peygamber Efendimiz insanları İslâm’a çağırdığı zaman, on üç sene Mekke'de çalıştı.
Kaç kişi toplandı?
40 kadar.
Kaç kişiyiz biz burada?
2-4-6-8-10-12-15-16-18-20-22-24-26-28-30-32-34-35. 5 daha olsa 40. 13 senede 40 kişi iman etti. Ebû Bekir Sıddîk, Hz. Hamza, Osman-ı Zünnûreyn vesaire... 40 kişi ya.
On üç senede, kırk kişi iman etti. Mekke’nin yönetimi müşriklerin elindeydi. Onlar toplanıyorlardı meclislerinde; karar veriyorlardı. Karar alıp, karar veriyorlardı. Kaç tane kabile vardı.
Ne yaptılar?
Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam Efendimizi öldürmeye karar verdiler. Şehirde topu topu hepsi kaç kişi bunların.
Kırk kişi.
İşkence gördüğü için, baskı olduğundan, iktisadi bakımdan bunları muhasara altına alıpta, kız vermediler, yemek vermediler, alışveriş yapmadılar, bunları iktisadi yönden sıktıkları için bir kısmı da Mekke’den gitmişti.
Ne kadardı bunlar?
Çok azdı. Çok az insan vardı mümin. Öldürmeye de karar verdiler. Öldürebildiler mi?
Öldüremediler.
Evi muhasara ettiler. O gece öldürmeye karar verdiler. Peygamber Efendimiz'in evinin etrafını çevirdiler. Kılıçları ellerinde, her kabileden birkaç tane katil namzedi, öldürmeye hevesli insan. Dediler ki:
"Bir kişi öldürürse, Muhammed'in kabilesi öldürenin kabilesine kan davası güder, saldırır. Bütün kabilelerden birer kişi seçelim. Tüm kabileler hepsi birden saldırsın, öldürsün. O zaman bütün kabilelerle başa çıkamaz biz de ondan kurtuluruz." dediler.
Bunları kararlaştırdılar. Kılıçları da aldılar. Peygamber Efendimiz'in evinin etrafını da muhasaraya aldılar.
Tamam mı?
Geceyi bekliyorlar.
Peygamber Efendimiz ne yaptı?
Okuyarak evden çıktı. Görmediler. Yerden bir toprak aldı; saçtı şöyle. Aralarından geçti gitti. Öldürmek için etrafını sarmış olanlar Peygamber Efendimiz'i görmediler. Peygamber çünkü. Lâ havle velâ kuvvete illâ billah. Görmek gözde değil. Allah gösterirse, insana görür. Göstermezse görmez. Yakmak, ateşte değil. Allah yaktırırsa ateş yakar. Yaktırmazsa İbrahim’i yakmadığı gibi yakmaz. Denize düşen yüzme bilmeyen boğulur. Allah boğdurursa boğdurtur. Yaşatmak istiyorsa boğdurtmaz.
Gemiden küçük bir çocuk düşmüş. Çok küçük bir çocuk. Altı bağlanan bir çocuk. Gemiden düşmüş.
Nasıl düştü?
Bir feryat bir figan... Annesi yakınları filan "Çocuğumuz denize düştü." Kaptanın yanına gitmişler.
"Çocuk denize düştü. Ne olur yardımcı olun."
Şimdi nasıl bulacağız?" Gemi bir taraftan gidiyor. Bebek, düştü suya.
"Nasıl bulacağız? Bulamayız."
"Etme eyleme ne olur durdur."
Gemiyi durdurmuşlar, döndürmüşler. Kayık bir şey atmışlar. Geriye doğru kürek çekerek. Artık gidecekler orada bebeği arayacaklar. Bulunur mu bu bebek?
Biraz zor!. Bulunmaz gibi ama. Denize düştüğü zaman tulumları şeyleri havalanmış, hava yapmış. Böyle bütün giyimleri boğazına hava yapmış, çenesini kaldırtmış. Çocuk viyak viyak bağırırken gitmişler sandalla almışlar, gemiye getirmişler. Hem hava yaptığı için batmamış. Hem de böyle ağzı yukarda olduğundan, çenesini kaldırttığından Allah, viyak viyak bağırırken su dolmamış içeriye.
Neden?
Allah o çocuğun daha yaşamasını istediği için.
Bu hikaye ne zaman olmuş?
Babamın anlattığı bir hikaye bu. Çanakkale’ye giden gemide oluyor. İstanbul’dan Çanakkale’ye giden yolcu gemisinde olan bir olay.
Uludağ’dan aşağı otobüs inerken kaymış, uçuruma yuvarlanmış. Çünkü buz olur oralar. Kar yağar. Biz de bir kere tepeden aşağı inerken karların buzların arasından ne macerayla aşağı indik bir filim olur yani. Çekseydik videoya filim olurdu. Kaymış uçurumdaki kayalara çarpmışlar. Yolcuların hepsi ölmüş. Bir otobüs.
Kim kurtulmuş?
Annesinin kucağındaki bir çocuk tangur tungur camlar kırılırken camdan fırlamış karların üstüne yumuşak düşmüş. Ciyak ciyak bağırırken, otobüsün yanına gidenler, çocuğu oradan ağlar vaziyette almışlar. O kurtulmuş. Onun yaşaması istenmiş Allah tarafından.
Nedir?
Lâ havle velâ kuvvete illâ billah. Kim Allaha tevekkül ederse, kim Allaha dayanırsa, kim Allaha güvenirse, kim Allaha sığınırsa; Allah korudu mu kimse ona zarar veremez. Korumadıysa korumadığı insanı da kimse kurtaramaz Allah'ın elinden. Firavunun muhafızları yok muydu? Body gardları falan filan yok muydu? Her şeyi vardı.
Ne oldu?
Hiç birisi para etmedi. Ordusu ile beraber hepsi helâk oldular.
Lâ havle velâ kuvvete illâ billah. Allah bir şey diledi mi oldurur. Bir şeyi dilemedi mi de kimse onu yapamaz.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
İnnemâ emruhû iżâ erâde şey’en en yekûle lehû kün fe-yekûn. [Yâsîn Suresi 82. Ayet]
Bir şeyin olmasını isterse “Ol” der olur. “Olma” derse mahvolur.
"Ol!" dedi bir kere var oldu cihan
"Olma!" derse, mahv olur ol dem hemân.
İşin aslı budur. Bu da işte lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah tır. İmanın bu ince ayarı. İnce ayarı da budur. Lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billah. Herkes bunu hazmedemez. Bu herkesin yiyeceği, yutacağı, hazmedeceği lokma değildir. Lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billahı anlayamaz. Kafasına çarpık gelir, yamuk gelir. Sığmaz kafasına bu şey. Kendisinin gücü var sanır. Allah’tan gayrısının bir işi var sanır. Tesiri var sanır. Her şey Allah'tan. Allah kendisine tevekkül edenleri korur.
Korursa korur. Korursa ne mutlu!. Korumazsa kimsede kurtaramaz. Korumazsa kimse kurtaramaz. Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi korusun. Her türlü kötülüklerden korusun.
Allahu ekber, Allahu ekber, elhamdülillah, lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billâhi. Dört cümle. Allahu ekber, Allahu ekber, elhamdülillah, lâ havle ve-lâ kuvvete illâ billâhi dedi.
Allahümme innî es'elüke min hayri hâze'ş-şehri.
"Ya Rabbi! Bu yeni başlayan ayın hayırlarından bende istiyorum." Ben kuluna da ver. Bana da nasip ayır, kısmet ayır. Bana da ver Ya Rabbi!
Ve e’ûzübike min şerri’l-kaderi. "Ya Rabbi! Mukadderatın şerrinden sana sığınırım." Çünkü her şey kaderden oluyor ya, mukadderattan oluyor ya.
Ve min şerri yevmi’l-mahşeri. "Mahşer gününün kötülüklerinden de sana sığınırım."
Mahşer gününün kötülüğü nedir?
Mahşer gününde insanın suçlu olmasıdır. Mahşer gününde insanlar çok izdihamlı bir kalabalık olarak mahşer yerinde toplanacaklar. İğne atsan yere düşmeyecek kadar sıkışık, izdihamlı bir kalabalık olacak, mahşer yerinde. Terden bitecekler. Güneş tepelerine yaklaşacak, güneşin sıcaklığından buram buram ter dökecekler. Çok sıkışacaklar. Çok sıkılacaklar. Sıkışmak bir şerdir. Terlemek bir şerdir. Korkmak bir şerdir. Bunların hepsi kötülük. Bir çeşit kötülüktür. "Acaba benim akıbetim ne olacak?" diye korkmak, terlemek, güneşin beynini kaynatması...
O zaman insanın başına ne gölge edecek?
Dünyada verdiği sadakalar, hayırlar gölge edecek bulut gibi. O zaman onlar gölgede duran insanlar gibi olacaklar. Hayır yapanlar.
Mahşer yerinde kimlere Allah su verecek?
Kimlerle su verilecek?
Müslümanların küçük yaşta olan çocukları annelerine, babalarına su verecekler o zaman. Başkası istediği zaman yok diyecekler. Biz onların çocuğuyuz ona su götürüyoruz diyecekler.
Bazen hacda ne oluyor?
Bardağı alıyor bir yere götürürken birisi, "bir bardak su versene" diyor. "Falancaya götürüyorum." diyor. Bir tane bardak çünkü. Ona su götürüyor.
Evet.
Min şerri yevmi’l-mahşeri. "Mahşer gününün kötülüklerinden, kötü durumlarından, sıkıntılarından da sana sığınırım Ya Rabbi." derdi.
Evet biz de her zaman için diyoruz özellikle new hilâli gördüğümüz zaman böyle diyelim. "Ya Rabbi! Bu yeni ayın, yeni başlayan ayın hayrını senden isterim. Bana da ver. Kaderin şerrinden sana sığınırım, kötülüklerden, alnıma kötü yazı yazılmasından, başıma kötü işler gelmesinden sana sığınırım. Mahşer gününün sıkıntılarından, kötülüklerinden de sana sığınırım Ya Rabbi." diye dua ederdi hilâli görünce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Çok duacı idi Peygamber Efendimiz. Çok duacı. Çok dua ederdi.
Niye?
"Dua ibadettir." Dua ettiği müddetçe insan ibadet ediyor demektir. Dua ibadettir. Onun için siz de her fırsatta dua edin.
"Olur mu ya o kadarda yüzsüzlük hocam?Her şeyi çok çok istemek."
Allah çok istemeyi sever. Yanlış düşünmeyin!. Dünyadaki gibi değil iş. Allah kendisine dua edeni sever. İsteyeni sever. Çok isteyeni daha çok sever. Dünyadaki insanlar çok isteyene yavaş yavaş kızmaya başlarlar. Bir kere istedi mi; verir. İkincide istedi mi biraz zorlanır. Üçüncüde; "benden başka isteyecek adam yok mu ya? Biraz da git başkasından iste." deyiverir. Dünyadakiler böyle der. Allah böyle demez. Allah istedikçe istediğini de verir, isteyeni de sever. Çok istemekten de memnun olur.
Ne kadar isteyelim?
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfi hiç hatırımdan çıkmıyor. "Ayakkabınızın bağcığı kopsa bile Allah’tan isteyin." diyor. Anlaşıldı ki her şeyi isteyebileceğiz. Kötü şeyi istememek şartıyla. Her şeyi isteyebileceğiz demek ki. Ayakkabımızın bağcığı bile kopsa. "Ya Rabbi! İşte bu bağcık koptu. Sen bana bir bağcık nasip et. Güzel tarafından beleş tarafından şöyle." Demek ki onu bile isteyecek. Tabi eskiden bağcık biraz daha önemliydi, sırımdan yapılırdı. Çarıktan falan geçerdi. Bağcık biraz daha önemliydi. Şimdi pabuçlar fabrikada yapılıyor. Çok değişik pabuçlar var. Kimisinin hiç bağcığa ihtiyacı yok filan. O zamanı düşüneceğiz. Peygamber Efendimiz'in zamanını düşüneceğiz, anlayacağız.
Allah bizi sevdiği kul eylesin. Dünyada ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle kahrına, gazabına uğramadan büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini her zaman her yerde refîk eylesin. Şükrü yerinde şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da edebimizi muhafaza edip takdire rıza gösterip, çünkü rıza en yüksek makamdır. Sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ ve Habîbihi’l-müctebâ ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.