Bismillâhirrahmânirrahîm.
ElhamdülillâhiRabbi’lâlemînehamdenkesîrantayyibenmübârekenfîhialâ külli hâlin ve-fî külli hîn. Es-salâtuve’s-selâmualâseyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve tâc-i ruûsinâ ve tabîb-i kulûbinâMuhammedini’l-Mustafâ ve alââlihî ve sahbihî ve men tebi’ahûbi-ihsâninecmaîne’t-tayyibîne’t-tâhirîneecmaîn.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Kur’ân-ı Kerîm’in 3. cüzünün son sayfasında, 85. âyetinde Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Ve-men yebteğiğayra’l-islâmidînen fe-lenyu'kbeleminhü ve hüve fi’l-âhiretimine’l-hâsirîn.
Sadakallâhü’l-azîm.
Ve-men yebteğiğayra’lislâmidînen. “Kim İslâm’dan başka bir din isterse, ararsa, talep ederse, başka bir din edinirse, Müslümanlıktan gayrı bir dine girerse, Müslümanlıktan gayrı bir din yolunda yürümeyi isterse...(Din diye onu tutturmuş, o dine dindarlık olsun diye girmiş)
Fe-lenyu'kbeleminhü. "Onun bu dindarlığı, bu niyeti ondan kabul olunmayacak, Allah kabul etmeyecek!” Ve-hüve fi’l-âhiretimine’l-hâsirîn. “O âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”
Hüsrana uğramak; hasara, ziyana uğramak, bir işi iyi bir şey yapacağım diye başlayıp sonucunda başarısızlığa uğrayıp zarar etmeye derler.
Zarar edecek!
İnsanları inançlılar ve inançsızlar diye ayırabiliriz. Hatta önce Tanrı’yı, Yaratan’ı kavrayabilenler, bulabilenler ve kavramayıp inkâr edenler diye ayırabiliriz.
Sen nasıl var oldun?
“Bilmem.”
Senin tabiat dediğin bu semavât, arz, bitkiler, hayvanlar, çevrendeki varlıklar nasıl oldu?
“Bilmiyorum.”
Hiçbirinin cevabı yok!
Bunları bir yaratan yok mu?
Yeri göğü yaratan, ayı güneşi döndüren, bitkileri bitiren, hudutları gezdiren, rüzgârları estiren, yağmurları yağdıran, tohumları patlatıp filizlendiren, ağaçlara meyveleri verdiren sen misin?!..
“Yok, ben bedavadan onların hepsinden istifade ediyorum…”
Bir intizam var mı?
Kâinatta muazzam bir intizam, şâyân-ı hayret bir düzen var. Fizikçiler hayran, matematikçiler hayran, tabipler, tabiatçılar, alimler hepsi kesin olarak biliyorlar, söylüyorlar, kabul ediyorlar ki; kâinatta muhteşem bir düzen var, hesap var! Ayın, güneşin hepsi hesap ile!
اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ
Eş-şemsüve’l-kamerubi-husbân.[2]
Ay, güneş hepsi hesapla, hesaplı.
Ne zaman doğacağı ne zaman batacağı, ne olacağı belli olmaz cinsten değil!
“Erenlerin sağı solu belli olmaz.”
O tipten değil.
“Güneş bakarsın bugün canı istemez, doğmaz…”
Öyle şey yok! Her şey muntazam! İlmin derinliklerine daldıkça görüyorsun ki her şey harika! Her şey hayran olunacak bir harika, her birisi bir harika. “Dünyanın Yedi Harikası” diyorlar. Dünyanın harikası yedi olur mu yahu, dünyanın milyarlarca harikası var! Her şey bir harika!
Bu meyvenin içine bu tadın girmesi bir harika değil mi?
Muazzam bir tat!
Küçücük bir çekirdekten koca bir ağacın olması bir harika değil mi?!..
Muazzam bir iş! Hem de hepsi aynı oluyor. O tohumları ekersen hep aynı cins; mango tohumu mango ağacı, makademia tohumu makademia ağacı…
Makademia ağacından mango bittiğini, mango ağacından karpuz çıktığını gören var mı hiç?!..
Her şey muntazam, her şeyde bir düzen var!
Bu düzen niye olmuş?
Cevap yok, yanıt yok, ses yok! Düzeni inkâr eden hiç kimse yok! Düzeni inkâr eden hiçbir kimse yok! Ancak cahiller etrafı darmadağınık görebilirler. Ama alim incelediği zaman hücreleri görüyor, molekülleri, maddeleri görüyor; yeri göğü inceleyen, hesabı görüyor…
Bilmeyen bir insan gökyüzüne baktığı zaman bir şeyler dağılmış, bir sürü ışıklar parlıyor. Öyle şey yok! Bilen insan için onların hepsinin ne olduğu mâlum. İnceledikçe anlaşılıyor, çıkıyor.
Düzen var!
Peki düzeni düzenleyen nerede, kim?
Bilmiyor. Kabul etmiyor. Kabul etmeyenlere "tanrı tanımazlar" deniliyor. Ateist münkir; hiçbir şey kabul etmez. Hiçbir şey kabul etmeyenler!
Aslında hiçbir şey kabul etmeyen insan da yok diyebiliriz, çünkü hepsinin yine kabul ettiği bir taraf var: Onların inkâr ettikleri, yok dedikleri, itiraz ettikleri, çevresindeki söylentilere kızgınlıklarından! Böyle bir insana, bir müslüman gitse; makul makul konuşsa belki kabul edecek, işin bir de o tarafı var. Çevresinde o kadar hurafe var ki adam kabul etmiyor, inkâr ediyor.
Neden?
O kadar çok hurafe, saçmalık var ki inanmıyor. Hintli birisinin kendi toplumunda onları inkâr etmesi şaşılacak bir şey değil ki! “Bu öküze tapılmaz!” derse haksız da değil ki! “Bu puta tapılmaz!” diyen bir insan, bir Japon tabii bir [söz söylemiştir]!
İnanmayanları ayıralım; çok azdır, belki yoktur. Her birisi az çok bir şeye inanır. Ben üniversite profesörlerinden falcıya inanan, şuna buna inanan çok insanlar gördüm. Esrarengiz bir şeylere inanan, üfürükçülere, büyücülere, medyumlara tâbi olan çok insan gördüm. Bir inanma var, haydi onları bırakalım.
Bazıları da bir din tutturmuş, bir mabet yapmış, bir ibadet yapıyor ama yaptığı şey ne?
İslâm’dan gayrı başka bir din!
İhtiyar bir kadıncağız; bir ibadethaneye gidiyor geliyor. Bir dine girmiş, çok da samimi. Öyle samimi ki varını yoğunu o ibadethaneye o yola hibe ediyor; “Öldükten sonra bunların hepsi sizin olsun.” da diyor. Din adamının ağzının içine bakıyor, peşinden koşuyor, elini, ayağını öpüyor, önünde secde ediyor vs…
“Bu dindar değil mi?”
Dindar ama din diye tutunduğu yol bâtıl olduğundan makbul değil! Dindarlığı geçerli değil!
Neye benziyor?
İnsan, Çarlık devresinde basılmış olan bir sürü banknotu buluyor. Trabzonlu’ymuş, Rizeli’ymiş. Dedesi Kırım’a mal götürür getirir, ticaret yaparmış. Çarlık Rusya’sından kalma şu kadar banknot dedesinin kasasından çıkmış.
Sık da suyunu iç! Rusya’ya gidince o geçmiyor, Türkiye’de de geçmiyor!
“Ne olacak?”
Bitti, geçerli değil!
“Bu para değil mi yahu, bunun üzerine yüz bin, beş bin yazmamışlar mı?..”
Yazmışlar ama geçersiz!
“Kim İslâm’dan gayrı bir din edinirse, başka bir dine girerse; o kabul olunmayacaktır ve o insan âhirette hüsrana uğramışlardan, zarar etmişlerden, sonunda iflas etmişlerden olacaktır.”
Neden?
Girdiği din bâtıl!
“Hocam, dünyada bu kadar insan yanılıyor…”
Yanılıyor ama Allah-u Teâlâ hazretleri de doğruyu söyleyecek peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş. İşte biz de söylüyoruz, herkes de söylüyor;incelesin! Çarşıda pazarda üç tane, beş tane alınacak şey olunca hangisi daha iyi diye inceliyoruz, araştırma yapıyoruz. “Şu evi mi alayım, yoksa bu evimi alayım?” diye araştırma yapıyoruz. İncele, hangisi doğru, hangisi yanlış, hangisinin ne kusuru var… Adam; “Evi alacağım.” diyor, imzayı atıyor. Ondan sonra bir mühendis getiriyor evi incelettiriyor. “Bunun temelinde şu kusur varmış, vazgeçtim.” diyor vazgeçiyor. Kusur gördüğü için vazgeçiyor. Çürük eve girip de tavanı başına mı yıktırsın?!..
Demek ki geçerlisi var, geçersizi var; iyisi var, kötüsü var; hakikisi var, sahtesi var. Benim bu okuduğum beşer sözü değil hatta Peygamber sözü değil. Bu söz Allah’ın kelâmı! Âhirette o kabul görmeyecektir. Mahkeme-i kübrâda insanlar hesaba çekildiği zaman;
“Gel bakalım kulum.”
“Buyur, emret yâ Rabbi.”
“Sen dünyada nasıl yaşadın?”
“Dindar yaşadım yâ Rabbi.”
“Hangi dine girdin de yaşadın, hangi ibadeti yaptın?" Geçerli değil!
Kabul etmeyecek!
Fe-lenyukbeleminhü. “Kabul olunmayacak!”
Hepsi geçersiz olunca ne olacak?
Âhirette hüsrana uğrayacak!
Peki, Allah cellecelâlüh niye İslâm’ı geçerli kabul ediyor da; öteki dinlerin geçersiz olduğunu beyan buyuruyor?
Çünkü kusurlu, çünkü raydan çıkmış, sapıtmış, çürümüş, bozulmuş. Çünkü yanlış! Yanlış olduğu için kabul etmiyor. Allah’tan gayrıya ibadet ediyor, insanların yaptığına ibadet ediyor. Haça puta, eliyle yaptığı nesneye, dağa, ırmağa, aya, güneşe, hayvana, insana tapıyor. Olmaz! Yanlış! Allah kendisinden gayrıya ibadet edilmesine, tapılmasına gazap ediyor. En büyük yanlış bu!
İnsanoğlunun en büyük yanlışı: Allah’tan gayrıya bağlanması, tapınması, ibadet etmesi. Bilip duruyor.
Hz. İsa’dan evvelki insanlar Hz. İsa’ya tapabilir miydi?
Tapamazdı, çünkü yoktu! O hâlde Hz. İsa’ya tapınmak doğru bir din değil! Evrensel, tarihî ve herkes için geçerli bir din değil!
Buda; merhametli bir insanmış, belki de bir peygamberdi. Fakirlerin yanındaymış, fakirleri kollamaya çalışıyormuş; kendisi asilzadeymiş, iyiliksevermiş…
Peki, niye tapıyorsun?
Bir sürü iyi insan var. İyiliksever insana tapınılmaz ki!..
Peki, Buda’dan önceki insanlar Buda olmayınca neye tapacaktı?
Demek ki başka bir şeye tapılması lazım. Buda da bir zamanlar yoktu. Demek ki hakiki din o da değil! Binâenaleyh insanlar din diye bazı insanların ortaya attıkları birtakım şeyleri doğru kabul edip onun peşinden gidiyorlar, Allah onların geçersiz olduğunu söylüyor. İslâm’dan gayrısı doğru değil, geçersiz! İslâm’dan önce Allah tarafından gönderilmiş, bir Peygamber tarafından tebliğ edilmiş dinler de bozulmuş; onların da geçerliliği kalkmış. Dedenin kasasındaki Rus parası gibi, çarlık devri banknotu gibi o da gitmiş.
Neden?
O da bozulmuş. Zaten Allah-u Teâlâ hazretleri bir din bozulduğu zaman, gerçek bir dinin sahipleri sapıttığı zaman yeni bir Peygamber gönderip düzelttiriyor. Her seferinde düzelttiriyor. Cenâb-ı Rabbü’l-âlemîn her seferinde her bozuk işi düzelttiriyor.
O bakımdan İslâm’dan başka din yok; gerçek din yok, geçerli din yok, makbul din yok, Allah’ın kabul ettiği din yok! Müslüman olacak. Hz. Musa’ya tâbi olanlar da gelecekler, Hz. Muhammed’e tâbi olacaklar. Hz. İsa’ya tâbi olanlar da gelecekler, Hz. Peygamber’e tâbi olacaklar. Hz. İsa da gelecek, o da Hz. Hz. Muhammed Mustafa’ya tâbi olacak!
Onun için hak yol olan, doğru din olan İslâm’a sımsıkı sarılmamız, İslâm ne diyorsa onu kendimiz iyice öğrenip çoluk çocuğumuza da öğretmemiz gerekiyor.
İslâm’ın özelliği, güzelliği, mükemmelliği nedir?
İslâm’ın öteki dinlerden en büyük farkı nedir?
İslâm’ın en büyük farkı sadece Allah’a ibadet etmek! En büyük esası Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-resûlullâh, Allah’tan başkaya tapınılmaz. Son derece, hiç münakaşasız en güzel söz: Lâ ilâhe illallah, Allah’tan başka ilah yok! Çok tanrılılık, iki tanrılılık yok.! Onlar insanların hayalleri!
Şarap tanrısı olur mu?
Olmaz!
Harp tanrısı olur mu?
Olmaz! O zaman hepsi birbiriyle kavga ederler. Zaten saç saça, baş başa kavga ediyorlarmış da; Zeus, Olympos dağının tepesinden hepsine yıldırım gönderiyormuş. Haylaz çocukların babası gibi azarlıyormuş, bağırıyor, çağırıyormuş.
Öyle değil mi?
Yunan mitolojisi, Yunan dini bu!
Roma dini de güneşe tapmak vs.
Gökyüzündeki diğer cisimlerden güneşin ne özelliği var?
Hiçbir farkı yok! Hatta en büyük de değil. Bizim gözümüze göre büyük gibi görüyor ama güneşten daha ne kadar büyük nice nice güneşler var. Teleskopu alıp da baktığımız zaman hepsi görünüyor.
Binâenaleyh gerçek din İslâm!
En büyük esası sadece yeri göğü yaratan âlemlerin Rabbi’nin birliği, vahdaniyeti, lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-resûlüllah sözü.
Başka?
İslâm içkiyi haram kılmış, ne kadar güzel! İslâm zinayı haram kılmış, ne kadar güzel! İslâm hırsızlığı, adam öldürmeyi haram kılmış, ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar mükemmel! Günde beş vakit Allah’ın huzuruna çıkacaksın: “Yâ Rabbi! Hamd senindir. Sana ibadet ederiz, senden gayrıya baş eğmeyiz, ibadet etmeyiz. Başkasından yardım istemeyiz!” diyeceksin.
Fâtiha’nınmânası ne kadar güzel! Namazın güzelliği, orucun güzelliği, zekâtın ne kadar iyi bir şey olduğu, haccın nasıl İslâm’ın evrensel bir din olduğunu gösterdiği ortada! Bu ibadetlerin hepsi güzel, İslâm’ın ahkâmı güzel. O hâlde çoluk çocuğumuza, hanımımıza İslâm’ın güzelliğini, farkını anlatmamız gerekir. Bir kaba saba kumaş ile mükemmel has ipek bir kumaşın farkı vardır. Fiyatta da muazzam farkı vardır, dokunuşta da farkı vardır. Hasır da dokunur. Hasırda uzun otlar koparılıyor ve dokunuyor. Hasır da bir dokuma ipek de bir dokuma atlas da bir dokuma…
Hasır ile atlas dokuma diye eşit mi?
Bir hasırın fiyatı şu kadar…
Ne olacak, otlardan dokunmuş! Ama o kadar bir halis ipeğin fiyatı ne kadar yüksek! Farkı, güzelliği bilmek lazım.
Elhamdülillah ki Allah bizi bâtıl bir din üzere yaratmamış!
Bâtıl bir din üzere yaratılan, yanlış yolda yürüyen bir anneden babadan doğsa idik ne yapmamız gerekecekti?
Doğru yola gelmemiz gerekecekti.
Bunun misalleri var mı?
Var, İbrahim aleyhisselam.
İbrahim aleyhisselam kavminin içinden bir fert. Ya babası ya üvey babası Azer, put yapıyor. Öyle bir aileden yetişmiş. Kendi babası ise demek ki; putperest bir anne babadan doğmuş. Ama babalığı ise demek ki; babası önceden ölmüş de üvey babada neşv-ü nevâ bulmuş. O mantıkla, o havada, o ortamda yetişmiş. Ama; “Bunlara tapılmaz!” diyor. Yere göğe, aya güneşe, yıldızlara bakıyor; kavminin tapındığı her şeyi kendi mantığıyla doğru görmüyor. “Bunlara tapmayın ey kavmim!” diyor. Biz de öyle olacağız!
Başka misal var mı?
Var, Selmânü’l-Fârisî. Ateşperest asil bir ailede yetişmiş Annesi, babası ateşe taparmış ama bu ateşe tapmamış. Selmânü’l-Fârisî dönmüş, dolaşmış, Peygamber Efendimiz’i bulmuş. Allah buldurmuş. Çünkü aklıyla mantığıyla doğruyu arıyor, yanlışa karşı çıkıyor. Allah onu Peygamber Efendimiz’e ümmet etmiş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gün buyuruyor ki:
Selmânuminnâehle’l-beyti. “Selman bizdendir, bizim ailemizdendir, ehl-i beytimizdendir.”
Şu şerefe bakın!
Selmânü’l-Fârisî radıyallahuanh ateşperest bir aileden değil miydi?
Ateşperestti ama bıraktı. Demek ki; insanlar eğer yanlış bir din üzere yetişmişlerse doğruyu bulacaklar, bulmaları gerekiyor ve bulabilirler. Misalleri de var, bulmaları da mecburiyet! Nerede doğarsa doğsun, hangi inanç ortamında yetişirse yetişsin; doğru inancı bulmak zorunda!
Bizim bunları bahis konusu etmemiz lazım, söylememiz, anlatmamız lazım. Sahâbe-i kirâm, müslüman olmayan kavimlere gitti, bunları anlattı. Peygamberler başka inançta olan toplumlara, onların içinden çıkıp veya dışardan onlara gidip doğruyu tebliğ ettiler, söylediler. Büyük bir mücadele oldu, büyük çatışmalar, çekişmeler çıktı, büyük olaylar meydana geldi. İcabında peygamberlerin hayatları bu uğurda feda oldu. Ama onlar hakkı söylediler!
Buna ne mücadelesi diyoruz?
Tevhid mücadelesi! Allah’ın bir olduğunun insanlara bildirilmesi! Allah bunları bildirmek için peygamber göndermiş durmuş. Biz de âhir zaman peygamberinin ümmetiyiz, biz de İslâm’ı anlatmalıyız. Biz kendi çocuğumuza, hanımımıza, kendi akrabamıza anlatamazsak: Allah bunun hesabını bize sorar. Onun için çok mükemmel, çok güzel çalışmalıyız.
Allah’ın dininin güzelliğini fiilen göstereceğiz. İnsanları imrendireceğiz, toplumumuza anlatacağız. Kapımızı açacağız; “İslâm’ı öğrenmek isteyen gelsin” diyeceğiz. Çoluk çocuğumuzu öyle yetiştireceğiz. Allah’ın lütfuyla bizim sayemizde insanlar cehenneme düşmekten kurtulacak. Allah bizi öyle bir hizmet şerefiyle şerefyâb etmişse, bizim elimizden bir kimse müslüman olmuşsa ne mutlu bize! Onun ömrü boyu yaptığı bütün ibadetlerin sevabını Allah bize verecek!
“Hocam, böyle bir şey olur mu, gelip de elin Avustralyalısı müslüman olur mu?”
Kaç tane Avustralyalı müslüman tanıyoruz.
Güzel güzel şeyler yapacağız.
Işıl ışıl vitrinler, göz alıcı şeyler oluyor. Müessese bir baykuş resmi yapmış. Müessesenin ismi o. Baykuşlu Müessese. Baykuş resmi yapmış. Gözünün olduğu yere de iki tane mavi lamba koymuş, bir yanıyor bir sönüyor. O kadar dikkat çekiyor ki göz alıcı!
Neden?
“Gör beni, gel bana!” diyor. Uzaktan dikkati çekiyor, “Gel, gel!..” diyor. Dükkânına sokuyor, alışveriş yaptırtıyor, para kazandırıyor. Reklam, tanıtma!
Neler yapacağız?
İnşaallah, Allah’ın izniyle güzel güzel kitapları basacağız, dağıtacağız. Allah bize o şerefleri nasip etsin. Nasıl sahâbe-i kirâm dedelerimizin diyarlarına gelmiş, dedelerimizi müslüman etmişse biz de aynı şekilde çalışacağız. Çadırlar içinde yaşayan göçebeler, yüz binlerle müslüman olmuş. Bir kavmin hükümdarı ile gelmiş konuşmuş, hükümdar ve kavmi müslüman oluvermiş. Ne kadar güzel!
Yapamaz mıyız? Olmaz mı, Olmuyor mu?..
Oluyor. Amerikalı senatör müslüman oluyorsa, falanca yerin papazı müslüman oluyorsa, Avustralyalı falanca kardeş müslüman oluyorsa olabilir. Allah bize o şerefi versin. Çalışmamız lazım, İslâm’ı güzel öğrenmemiz, imrendirecek şekilde güzel yaşamamız lazım, tertemiz, güzel de anlatmamız lazım. En mühim iş, çoluk çocuğumuzu iyi müslüman yetiştirmek!
Allah-u Teâlâ hazretleri bizi müslüman olarak müslüman anneden babadan dünyaya getirdi. Elhamdülillah ki müslümanız, elhamdülillah ki mü’miniz. Elhamdülillah ki İslâm çok büyük şeref, çok büyük nimet, çok büyük hazine. Bu güzellikten, mücevherattan, zenginlikten Allah bizi ayırmasın, bizi mahrum etmesin. Allah bizi imandan sonra küfre, inkâra düşürmesin. İzzetten sonra zillete uğratmasın. Sevdiği kul olarak yaşatsın. Hüsn-ü hâtime nasip eylesin. Âhirette de cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin.
Sübhâneke lâ ‘ilme lenâ illâ mâ ‘allemtenâinnekeente’l-alîmü’l-hakîm.
Sübhânerabbikerabbi’l-’izzeti ammâyasıfûn ve selâmün ‘ale’l-mürselînve’l-hamdülillâhirabbi’l-âlemîn.
El-Fâtiha.
[1] 3/Âl-i İmrân, 85.
[2] 55/Rahman, 5.